top of page

Depresyon Algısı

Nasıl düşünüyorsak öyle hisseder miyiz?

Depresyon duygusal bir bozukluk mudur?

Duygular bozulur mu?


Çok anlamasam da sırf gözlemlerime ve içinde bulunduğum ruh hâline dayanarak depresyonla ilgili birkaç satır bende yazmak istiyorum.


Bundan 3-5 yıl öncesine kadar bile çok da dile gelmeyen, ruhsal çeşitli sıkıntılar varsa bile pek de söylenmeyen depresyondayım kelimesi, salgınla birlikte hem çok daha görünür hem de kabul edilir olağan bir şey hâline geldi. Hatta bu süreçte depresyona girmemişseniz, fazla pozitivist ve polyanacı olduğunuz söylemlerine sıkça maruz kalabilirsiniz.

Depresyon, tıbbi tanımıyla yoğun bir mutsuzluğun eşlik ettiği duygu durum bozukluğu yani çökkün ruh hâli olarak ifade ediliyor. Kişinin hayat kalitesini düşüren duygu ve düşüncelerinin yanı sıra, davranışlarını da olumsuz yönde etkileyen psikolojik bir hastalık olarak görülüyor. DMS tanı ölçeğine göre değersizlik hissi, yoksunluk, duygu durum bozukluğu, ilgi-istek azalması, iştah azalması ya da artması, uyku azalması ya da artması, psikomotor yavaşlama, enerji kaybı, konsantrasyon güçlüğü, yorgunluk, suçluluk, olumsuz kendilik görüşü, geleceğe ilişkin olumsuz düşünceler, karamsarlık, intihar eğilimi falan gibi durumların en az beşinin en az 15 günden bu yana yoğun biçimde yaşanması, özellikle bireyin günlük sorumluluklarını yerine getirme yetisinde ciddi sorunların gözlenmesi durumunda depresyonda olduğu varsayılıyor. Tabi bu belirtiler derecelendirilerek ne kadar yoğun ya da hafif olduğuna çeşitli psikiyatrist testlerle karar veriliyor. Dolayısıyla günümüz koşullarında insanların büyük çoğunluğu bu belirtilerin büyük kısmını yoğun biçimde yaşadığı için depresyon tanısını da kolaylıkla alıyor. Depresyonun şiddetine göre çeşitli ilaçlar kullanılsa da kişinin öz farkındalığında ya da şartlarında iyileşme sağlanamadığında ilaçlar da çoğunlukla geçici çözüm olabiliyor.


Değinmek istediğim konu aslında depresyonda olan kişilere toplumun hatta özelikle yakın çevrenin bakış açısı. Öncelikle depresyon, kişinin sadece kendi düşüncelerine bağlanarak bir duygusal sorunmuş gibi gösterilmesinden ziyade çevresel yaratımı üzerinde durmak istiyorum. Depresyon sürecini yaşayan insanların büyük çoğunluğu, durduk yere kendini değersiz, umutsuz, başarısız ya da karamsar hissetmez yani bunu oluşturan alt temeller illaki vardır. İnsanoğlu yaşadığı çevre içinde psiko-sosyal ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Karşılanamayan hatta baltalanan, önemsenmeyen her ihtiyaç kişiyi gerilime iter. Yaşam yolculuğunda ilerlerken beklentilerin hayal kırıklığı yaratması ve olumsuz dışsal uyaranlar bu gerilimi arttırır. Yoksunluk, başarısızlık, değersizlik hissi sadece zihinsel değil çoğunlukla sosyal çevrenin bir ürünüdür ve gerçeklik taşır. Bu nedenle sadece duygu durumunu düzenlemeye çalışmak yetmez. Yaşarken pek çok kötü olayla karşılaşıp hiç olmadık yerlerden darbeler alabiliyoruz. Mutluluk beklentisiyle yapılıp sürdürülemeyen evlilikler, çocuk büyütürken sorumluk kazandırma sürecinde yaşanan tıkanıklıklar, aile içi çatışmalar, yıllar süren eğitim sonunda ulaşılamayan hayaller, çözülemeyen ekonomik sorunlar, bakım gerektiren hastalıklar, yoğun sağlık sorunları ve daha pek çok somut sorun, kişinin zihninin ürünü değil gerçeğidir. Sosyal ve çevresel şartlar her zaman düzenlenebilir ya da değiştirilebilir değildir. Üçüncü şahıslarla ilişkilerinizde hoşlanmadığınız veya kendinizi kötü hissettiğimiz durumlarda çok kolay kesip atarken, en yakın çevrenizle, ailenizle, birinci dereceden akrabalarınızla olan ilişkilerinizde bunu yapamazsınız. Ya da işten kaynaklanan sebeplerde kolaylıkla “ne var canım sende işini değiştir” diyemezsiniz. Dış uyaranları yoğun olan kişilere “düşüncelerini değiştir, dünyan değişir, her şey zihinde başlar, nasıl düşünürsen öyle yaşarsın” gibi özlü sözler de bir işe yaramaz. Bir de “aa ne var ki depresyona girecek” diyerek önemsizleştirmek, başka kötü hayatları ve olayları örnekleyerek, beterin beteri var noktasından yaklaştırmaya çalışmak da kişiyi daha kötü hissettirmekten başka bir işe yaramaz. O nedenle dışsal faktörlerin yoğun olduğu durumlarda depresyonun iyileştirilmesi de oldukça zordur ve mutlaka sosyal çevre desteği şarttır. “Bir insana dengesini kaybettirip sonra da normal davranmasını bekleyemezsiniz.” diyor Steinbeck. Yani depresyondaki kişiyi anlayıp, nedenlerinin ve çözüm yollarının kendisinden önce çevresinin de fark edip destek sunması çok önemlidir.

Depresyonun bir diğer sebebi, kişinin gerçekten çarpık düşünce yapısından kaynaklı olabiliyor. İç kaynaklı gelişen durumlarda yani somut kaynaklardan çok, zihinsel takıntıyla kişilerin olayları biraz fazla büyütmesi, fazlaca önemsemesi gibi durumlarda yaşanan depresyon türü dış kaynaklı depresyondan anlamsal olarak çok derin farklılıklar taşıyor bence. Bu duruma bazen geçmiş travmatik olaylar tetikleyici olsa da genel olarak yaşamında önemli bir sorun olmamakla birlikte, moral bozukluğu, keyifsizlik, isteksizlik, iç sıkıntısı, gün içinde yaşanan kısa süreli üzüntülü durumlar ya da yaşamın rutininden dolayı bir süre sonra hayatın tadının kaçmasıyla gelişen sıkıcılığı depresyon olarak görmek ve buna takılıp kalmak yanıltıcı oluyor aslında. Gündelik olaylar mutlaka insanların ruh hâlini olumsuz etkileyebiliyor, tüm gündelik durumları moral bozukluklarını veya gelip geçici umutsuzluk hâllerini depresyon olarak kavramlaştırmak hatalı bir yaklaşımdır. İşte bu noktada olaylara düşünsel olarak yüklediğimiz anlamlar çok önemli, düşünce akışını değiştirerek bilişsel durumumuzu toparlayarak iyileşebiliriz.


Kaynağı ne olursa olsun depresyon önemsenmesi gereken bir durumdur. Dış çevrenin yardımı çok önemli olduğu gibi kişinin kendi iç farkındalığı, gerçeklik algısı ve çözüm üretme noktası çok kıymetlidir. Aslında tüm duygular bilişte yani düşüncede var ediliyor. Biliş olaylara bakışımız, zihinsel tutumumuz ve inançlarımızdan kaynaklanıyor. Yani hislerimiz düşüncelerimizle sürekli alış veriş halinde, düşünceler duyguları yaratıyor diğer taraftan karamsar bir ruh yapısı olumsuz düşünceleri de peşine takıyor. Sadece düşünerek daha iyi hissetmek çok mümkün değil dış faktörler önemli evet ama bazı durumlarda da sadece düşünerek de mutsuz olmayı başarabiliyoruz. Özellikle bilişsel çarpıtmalar, başımıza gelen olumsuz bir durumdan sonra her olumsuz durumun bizi bulacağı saplantısı, aşırı genelleme durumları, sadece aksiliklere takılmak, her şeyin olumsuz tarafını düşünmek, başkalarının zihnini okumak, başkalarının görüşlerine takılı kalmak, olayları olduğundan fazlaca abartmak, sürekli kendine yönergeler vererek oto kontrol sağlamak gibi bir sürü gerçek dışı senaryoyla ve çarpıtılmış düşüncelerle depresyona davetiye de çıkarabiliyoruz.


Diğer taraftan depresyon için hiçbir yöntem sihirli bir değnek değildir. Değiştirebileceğimiz şartları değiştirmek, değiştiremeyeceğimiz durumlarda ise kabul edip yola devam etmek en etkili çözümdür. Onu dışında tek sihir zamandır. Çünkü zamanla pek çok şey geçer, etkisi azalır, önemini kaybeder hatta bir çok sorun zaman içinde çözülür o nedenle zamana bırakmak akışta kalmak olanı olduğu gibi kabul edebilmek birey olarak alabileceğimiz en etkili yöntemdir. Diğer türlü depresif bir ruh hâlinde yaşamaya çalışmak pek çok fiziksel hastalıklara da zemin hazırladığı için ilerleyen yaşlar için son derece tehlikelidir.


Özetle hayat denen bu yolda her şeyin başımıza gelme ihtimali olasılık dahilinde bir şey…

Hangi önlemleri alırsak alalım, üç beş gün sonra, bir yıl sonra, beş-on yıl sonra başımıza ne geleceğini kestirmemiz mümkün değil. Her şey geliyor geçiyor, bazen yel gibi esintiyle bazen sel gibi yıkıp dökerek… Önemli olan en az hasarla geçmesi için yol açmak kendimize. En ağır durumlarda bile kendi dalımıza tutunmak ve kendi ağacımızı sulayarak güçlendirmek…

Her şey bir tecrübe her durum bir ders bu hayatta…


Dersimiz alıp kendimizi hor görmeden, hoş görmeyi öğrenerek, en çok kendimize merhamet göstererek yola revan olmak en iyisi…


Sağlıcakla…

Nermin Elmas


308 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Oblomovluk

EĞİTİMLİK

eğitimi düşünen blog

bottom of page