top of page

Doğaya Dönüş: "Evren En Büyük Okul, Doğa da En İyi Öğretmendir"

Güncelleme tarihi: 19 Şub 2020


Betonarme yapıların her yerde oluşu, ağaç köklerinin üzerine kurulan AVM’ler ve bu AVM’lerin içine “çocuklar oynasın” diye oluşturulan ağaçlar, yapay kumlarla yapılan oyun alanları ve daha niceleri... Bana kalırsa bizler, günümüz çocuklarına kıyasla daha şanslıydık. Hiçbir zarar gelmeden sokaklarda akranlarımızla oynar, hayvanları besler ve onlarla tarifi mümkün olmayan bağlar kurardık. Şimdiki çocuklar ekran başında video izliyor, doğayı ve hayvanları tanımadan, hissetmeden ekranlardan görerek büyüyor. “Doğada soyu tükenen tür çocuktur, doğaya fidan değil çocuk ekin.” diyen Serdar Kılıç’ın sözlerini eyleme dökmediğimizde onları her geçen gün doğadan koparıp uzaklaştırıyoruz. Bu kısmı Doğaya Dönüş kitabından yaptığım alıntıyla işaret etmek istiyorum: “Doğayla doğrudan teması olmayan çocuklarımız doğayı sevinç ve merak duygusuyla değil dehşet ve korkuyla görmeye başlıyor. Örneğin yağmur ormanları hakkında bilgi ediniyor, dinozor müzelerine gidiyor milyonlarca yıl evvel yaşamış T-Rex maketlerini çocuklarımıza gösteriyoruz. Fakat ne civardaki ormanlar ya da bitkiler hakkında ne de her gün tepemizde uçuşup duran kuşlar hakkında bir şey biliyoruz. Yanı başımızdaki doğayı öğrenmek için yok olup gitmesini mi bekleyeceğiz?”


Size Serdar Kılıç’ı ve onun tek kitabı olan “Doğaya Dönüş” isimli kitabını anlatmaya çalışacağım. Serdar Kılıç, insanın doğadan uzak kalmasını kendine dert edinmiş, yaşamının neredeyse yarısını doğada geçirmiş hem doğa bilimci hem de bir eğitmendir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde jeoloji mühendisliği bölümünü okurken asıl tutkusunun olduğu “Beden Eğitimi ve Spor Bölümü” ne geçti ve buradan mezun oldu. Yüksek lisansını, “Spor Organizasyonu ve Yönetimi” üzerine yaptı. Doğa ve spor üzerine sayısız eğitim aldı ve bunları uygulamaya koyduğu projelerle aktarmaya çalıştı. Misyonunun böceği, yılanı veya bitkileri anlatmak olmadığını insanın doğayla kopmuş, onarılması gereken bağı onarmaya çalıştığını, asıl görevinin insanı ve doğayı yeniden buluşturmak olduğunu söyler. “Doğadaki İnsan” ve “Doğada Tek Başına” adında yapmış olduğu doğa belgeselleriyle sevilmiş tam bir doğa rehberidir.


2017 Kasım ayında, Destek Yayınları’ndan çıkan “Doğaya Dönüş” kitabında ise Bolu’da geçirdiği 7 ayın öyküsünü kaleme almıştır. Orada çocukluğundan beri hayalini kurduğu dağ evini yapmak için bulunur. Doğaya dönüş olduğu kadar çocukluğa dönüş de diyebiliriz. Aslında kitap günlük niteliğindedir. Ağaç evini yaparken yaşadığı her aşamayı not ettiği, bir bıçakla ateş yakmayı ve yiyecek bulma çabalarını anlattığı, vücuduna aldığı yaraların ilacını doğadan temin ettiği ve hissettiklerini paylaştığı günlüklerden oluşur. Kitabın ilk sayfasındaki ön söz niteliğindeki yazısını mutlaka okumanızı öneririm, çünkü bu kısımda hem kitabın içeriğinde olanların sebeplerini hem de kendisini ifade eder. Kitap 14 bölümden oluşmakta, yani kaldığı 7 ayını 14 hafta şeklinde bölümlere ayırmıştır. Doğada kamp kurmak isteyenlere bilgi veren, doğa eğitim kitabı da diyebiliriz sanırım. Evini kademe kademe nasıl yaptığını detaylı bilgiler vererek her sayfada bu aşamaların fotoğrafını da paylaşır. Görsellerin yanı sıra sohbet havası tarzında anlatımıyla sanki onun yanında olduğum hissine kapılmamı ve evi tamamladığında onunla aynı mutluluğu hissetmemi sağladı. Bu süre içerisinde önce bizi şuan hayatta olmayan, kendisine doğayı asıl sevdiren ve doğa hakkında birçok şey öğrendiği dedesini daha sonra sırasıyla bizi İsmail ormancıyla, köye tohum almaya gittiği Tesbire Teyze’yle, kurtları çok seven ve kendisine “Gri Kurt” denmesini isteyen hayvan dostu Oğuzhan Bal ve aşağıda fotoğrafını paylaştığım Gölge ve Rüzgar’la yani iki küçük yaramaz kangal yavrularıyla tanıştırır.

Her ne kadar doğayı sevdiğimizi söylesek de Serdar Kılıç gibi maalesef eyleme dökmekte pek başarılı değiliz. Ya evimizdeki saksılara çiçek ekmekle ya da hafta sonları pikniğe gitmekle yetinmeye çalışıyoruz. Serdar Kılıç’ın hem kitabını okuduğumda hem de doğa üzerine yaptığı programlarını izlediğimde kapalı alanlarda kalmak istemiyorum, öylesine aşkla bağlı ki doğaya, etkisinde kalmamak mümkün değil. Sanırım doğa, doğasına doğanlara “ayna” oluyor, çünkü yakın arkadaşım aynı zamanda üniversitemizin (Erciyes Üniversitesi) Dağcılık Kulübü başkanı olan Abdul Kadir Erdem ile bu hafta doğa yürüyüşüne çıktığımda da aynı duyguları hissettim. O da öyle tutku ile bağlı ki yaptığı her küçük şeyi hayranlıkla izledim, bir işi severek yapan insanı izlediğinizde sizi o işin içine çeker, siz de onun gibi yapmak istersiniz ve küçük dokunuşların olağanüstü etkisini tüm kalbinizle hissedersiniz. Çünkü onlar kendilerini ait hissettiği yerdeler. Ve bitmesini hiç istemediğim günün sonunda hissettiğim duygu tam manasıyla “Ölü Ozanlar Derneği” filminde geçen şu sözlerdi: “Ormana gittim; çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. Hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum. Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak ve ölüm geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğumu fark etmemek için.” Eve dönüş yolunda ise doğaya daha fazla vakit geçireceğime dair söz verdim.


Yazımızın son sözlerini ise Serdar Kılıç’a bırakıyorum. Doğayla kalın…

“Doğanın dili insanlarınkinden daha zengin ve daha derindir duyabilene…

Doğa, yeryüzünün tenidir hissedebilene…

Doğa en iyi öğretmendir anlayabilene…"


Fatma KÖSE


711 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

EĞİTİMLİK

eğitimi düşünen blog

bottom of page