Eğitim dünyasında Finlandiya'nın adını duymayan sanırım ki çok azdır. Eğitimde model tartışmaları olduğunda yüzde doksan Finlandiya'nın adı geçer. Finlandiya eğitimde kendi hikâyesini yazabilmiş ve bu hikâyeyi dünyaya duyurabilmiş sayılı ülkelerden biri. Bu yönüyle hem bilmemiz hem incelememiz hem de öğrenmemiz gereken modellerden birine sahip. Kabul etmeliyiz ki eğitimde bir Finlandiya gerçeği var. Bu gerçeklik bizde "Eğitimde neden Finlandiya olamıyoruz?" sorusunu çokça sormamıza yol açıyor. Adeta eğitimde Finlandiya olmak kurtuluş reçetesi gibi görülüyor. Ancak benim bu soruya hazır bir cevabım var: Eğitimde neden Finlandiya olalım ki!
Ülkemizde eğitim sorunları gündeme geldiğinde çözüm yolu olarak -ne yazık ki- başka bir ülkenin hâlihazırda başarılı olmuş bir modelini alıp uygulamak ve anında başarıyı yakalamak gibi bir politikamız oluyor. Son yıllarda PISA'da ön plana çıkan ülkelerden Estonya, Finlandiya, Singapur ve Japonya gibi ülkeleri düşündüğümüzde şunu fark etmemiz gerek: Her ülke kendi gerçekliğinde kendi yolunu bulmaya çalışıyor. Ancak ülkemizde ithal modellerle kısa sürede hedefe ulaşmak gibi bir tutkumuz oluyor. Açıkçası Türkiye ne bir Finlandiya ne de bir Singapur. Eğitime ayırdıkları bütçeleri, öğretmen ve öğrenci profilleri, görünüşleri, bakışları, düşünüşleri, yaklaşımları, yaşadıkları coğrafyaları... birbirinden çok farklı. Aslında tek bir yol var, o da eğitimde Türkiye olmak. Yani kendi yolumuzu bulmak. İyi örnekleri bünyesinde eriterek sahip olduğumuz potansiyeli değerlendirerek geçmişimizi hesaba katarak kendi eğitim sistemimizi inşa etmek zorundayız. Geçmişte bunun örneği köy enstitüleriydi, nüfusun çoğunluğu kırsalda olduğu için köy enstitüleri kendi gerçekliğimizde özgün bir yoldu.
Eğitimde Türkiye olmak, iddialı bir söylem gibi gelebilir kulaklara. Ancak dünyadaki örneklere baktığımızda bunun ütopik bir fikir olmadığı da ortada. Sadece eğitimde Türkiye olmanın sancılı bir süreç olduğunu bilmeliyiz. Bu uzun yolculuğa başlamadan bazı şeyleri kesinlikle netleştirmemiz gerekir. Özellikle nasıl bir yurttaş istediğimizi tekrar gözden geçirmemiz gerekir. Sonuçta eğitimin nihai amacı iyi bir yurttaş yetiştirmektir. Tüm samimiyetimle zihnimi rahatsız eden bir soruyu sizlere de sormak istiyorum: "1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu" genel amaçlarında sıralanan niteliklere sahip yurttaşları yetiştirebildik mi şimdiye kadar? Bu yolculukta kendimizi de analiz etmeliyiz. Çoğu zaman potansiyelimizi ve geçmişteki kazanımları hiçe sayarak eğitim sil baştan diyoruz. Büyük değişiklikler yerine küçük ama etkili dokunuşlar sanki tam bize göre. Bu uzun yolculukta senkronizasyonu da sağlamalıyız. Eğitimde bir penceremiz kendimize açılırken diğer penceremiz de dünyaya açılmalı. Dünyadaki iyi ve başarılı örnekleri kendi gerçekliğimize uyarlayarak denemeli ancak sadece dokumuza uyanları benimsemeliyiz. Bu aşamada her zamanki yaptığımız gibi anında çözümler bekleyerek eğitimi yapboz tahtasına çevirmemeliyiz. İşimize yarayanlarla yola devam ederken işe yaramayanları sorgulamalıyız. Sonuçta reçetemizin ithal eğitim değil millî eğitim olduğunu idrak edebilmeliyiz.
Eğitimde Türkiye hayali... Bir bebeğin doğmasını, bir ağacın meyve vermesini, bir dalın yeşermesini bekleyebilirken iş eğitime geldiğinde de büyük bir umutla beklemeliyiz. Eğitimde de umutlarımızın yeşermesi temennisiyle...
Dr. Gürkan MORALI
Comments