top of page

İnsan Doğası Üzerine [Arthur Schopenhauer]

Alman filozof, yazar ve eğitmen olan Arthur Schopenhauer insanı anlamak üzerine felsefi boyutta görüşler sunan pek çok eser yayınlamıştır. Ahlak ve irade üzerine yayınladığı eserlerden biride “İnsan Doğası Üzerine” olan kitabıdır.

Kitap, 6 bölümde insanı anlamaya dönük çeşitli ipuçları sunmaktadır. İnsan doğasını tartışmaya açtığı ilk bölümde, fiziki dünya büyüklüğü ile iç dünyamız arasındaki ilişkiyi, ahlak kavramıyla örtüştürülmektedir.


Aklın ve karakterin yanlışın izinde olması demek insan inancının yoldan çıkarak şeytanın kişiliğinde nesnelleşmesi demektir” diyerek “Ahlakın bütün zamanların en gerçek ve en sağlam doğrusuna ulaşmanın tek yolu” olduğunu belirtmektedir. “Suça meyilli, dünyaya gelişi bir ceza, yaşamı bir iş ve ölümü ironik olan insanoğlu kendisiyle gurur duyabilir mi” sorusu sorarken, insanı anlamada onun yaşamında çektiği zorluklar, ihtiyaçlarının ne olduğu, korkuları ve endişelerini anlamaya çalışmanın onu tanımak ve duygularını paylaşmak adına önemli olduğunun altını çizmiştir. Ahlakın erdem değerlerle örtüşebilmesi için kötülüklere tümden karşı duruş içinde olunması gerekliliği açıklamıştır. Kitapta kötülüklerin nedeni farklı kültürler göre çeşitli şekilde özetlenmiş olsa da; genel olarak “tembellik, şehvet, hırs öfke, kıskançlık” gibi nedenleri kabul göstermiş, erdemi geliştiren özellikler de hak, adalet, iyilik, nezaket, alçak gönüllülük, namus cömertlik, cesaret vb. olarak sıralamıştır.


Erdemler, insan iradesinin tanımlayıcı özelliği olmak zorundadır, fakat bilgelik öyle değildir. Bilge olmak insan zekasıyla ilişkilidir” derken zeka ile ahlak ilişkisini, eski dönemlerde ahlak düşüklüğünü zeka düşüklüğüyle aynı değerlendirildiği açıklamış; fakat kendisi, bu konuya yönelik farklı düşünceler öngörmüştür. Erdemin içinde cesaret konusunu da işlerken cesaretin bir karakter özelliği olduğu vurgusunu yapmıştır.


Yine alçak gönüllülük ve savurganlığın bireysel zararları ve paranın kendi başına değersizliğini anlatılırken diğer bir kötülük nedeni olarak açgözlülük üzerinde durmuştur.


Bireysel farklılıklar “Her insan diğer insanlardan kesin olarak farklıdır ve bu fark ölçülemeyecek kadar büyüktür” şeklinde özetlenmiştir.


İnsanları gerçek anlamda tanımanın güçlüğünü “Pek çok insan diğer bir insanı gerçek özellikleriyle tanıyabilse dehşete kapılırdı” cümlesiyle desteklenmiştir. Yine insanın kötü tarafını, hayvanların özellikleriyle karşılaştırma yapmış, hayvanların içgüdüsel olarak pek çok şeyi yaptığı, buna karşılık insan doğasını vahşi ve korkunç bir hayvan olarak görmüştür. Zaman zaman insanın gerçek yüzüyle, yani doğasıyla karşılaştığımızda dehşete düşüldüğü, insanın zalimliğinden ve insafsız oluşundan en az bir kaplan ya da sırtlanla eşit ve hatta daha zalim olabildiğini de belirtmiştir. “İnsan sadece zarar vermek mantığıyla girişimde bulunabilen tek hayvandır, diğer bütün hayvanlar zarar verme davranışında bir amaç ve bir güdü içinde yaparken insan bunu nedensiz yapar. Hiçbir hayvan bir diğer hayvana sadece işkence etmek amacıyla girişimde bulunmaz ama insan bunu yapmaktadır” der.


Tüm bu düşünceleri insanı, başkalarına acı vermek duygusu ve acımadan öldürme davranışı olan vahşi bir hayvan olarak göstermektedir. Diğer taraftan başkalarının başına gelen kötülüklerden duyulan şeytani zevk ve zalimlik anlatılırken uluslararası kölelik ticareti ve raporlar, insanın vahşi yönüne örnek olarak vermiştir. Sahip olunan statülerin aslında bir maske olduğu, gerçekte insanın içinde neleri gizlediği; yine insanın içinde doyurulamayacak kadar büyük bir bencillik bulundurduğunu anlatmıştır.


İnsanların suç sicili tarih sayfalarının en karanlık bölümlerini oluşturur.


Kıskançlık duygusunun olduğu yerde kin ve nefretin de büyüdüğünü yine insan doğası üzerinde tartışmaktadır. Bunların hep ahlak ilkelerini bozduğu, insanın kendi varlığının bilinciyle hareket ederek ampirik düşüncelere sahip olması gerektiğini belirtmiştir. Dünya üzerindeki milyarlardan sadece birisi olarak, insanın kendi varlığının derinine inerek yaşamayı amaçladığında iyiye dönüş olacağını savunmuştur.


Bir diğer bölümde “Hükümet” başlığı altında öncelikle hak kavramı derinlemesine işlenmiş, “insanlar farklı yeteneklere ve güçlere sahip olsalar da aynı haklara sahip olarak eşittirler” vurgusunu yapmıştır. Ayrıca gücün önemini anlatırken, farklı düşünürlerin güç ile hak arasındaki bağlamlarını da aktarmıştır.


Her insan gücü oranında hak sahibidir ve her insanın hakkı onun gücüyle orantılı olarak belirlenir.


Eğer adalet dünyaya hâkim olsaydı her insan sadece barınabileceği bir ev yapmakla yetinirdi.” derken devlet kavramı; insan doğasının devletlerin yapısını etkilediği, uluslararası ilişkilerde güçlü olanın zayıf olanı nasıl ezdiği ve yuttuğundan söz etmiştir. Yine bu bölümde modern kölelikten bahsederken birçok insanın çok az bir azınlığın lüksünü karşılamak için çalıştıklarını, oysaki bunun önce kendileri sonrada toplum yararına döndürülmesi gerekliliğini savunmuştur.


Binlerce insan kendileri için mutlu kulübeler yapmak yerine, mutlu azınlık için büyük saraylar inşa ederler” der. Kısaca; insan ırkının var olan gücünün çoğu, tamamıyla gereksiz mallara sahip olabilmek yolunda, gerçekten gerekli olanların üretiminden alıkonulmuş olur.


Nüfus yoğunluğu sadece çiftçilerden oluşan ulus çok az buluş gerçekleştirecektir” diyerek emek ve gücün bilim ve insan hayatının iyileşmesine yönelik kullanımından bahseder. Bu bölümde dikkat çekici olarak ayrıca monarşi ve cumhuriyet yönetim biçimleri karşılaştırılmış, aslında halk egemenliğinin küçük bir egemenlik olduğunu ortaya atarak monarşi sistemini övmüştür. Shakespeare oyunundan kesitler de kullanılarak cumhuriyet yönetiminin doğal olmayıp, suni olduğu ve sadece düşüncenin ürünü olduğunu belirtmiştir. Dünyada kurulmuş hükümetler kendilerine ait sorumlulukları yerine getirmiş olsalardı dünya bir cennet hâlinde olurdu düşüncesiyle hükümet sistemlerini eleştirmiştir.


Bir kişinini karakteri ana babanın kalıtıdır.


Diğer bölüm olan “İstem ve Boyun Eğme” kısmında, kişisel özgürlüğün gerçekte var olmadığı belirtilirken insan zekası üzerine irade kısmının, eğitimle değiştirilemeyeceği, ahlaki niteliklerin genetik yapıda etkisi, insan zekasının belirli bir ego ve belirli bir karakterin bileşkesi olduğunu anlatmıştır. Yine çeşitli davranışlara bakılarak karaktere yönelik ipuçlarının sezilebileceğinin örneklerini vermiştir. İnsan doğası üzerine “Karakter” bölümünde yaşam sürecinde insanın en önemli rolünün kendini aramak olduğu, varlığımızın başkalarının varlığıyla ilişkili olarak yaratıldığına, kötü eylemlerde bulunma isteğinde ve kıskançlık durumlarında kendini frenlemenin önemi, insanların kendileri olduğu kadar başkalarının da yararına eylemlerde bulunmaları gerekliliğini aktarmıştır. Zihinsel farklılıklarının nedeninin beyinden ve sinir siteminden kaynaklandığını, iradi gücün ise zihinsel farklılıklarla birlikte ahlaki değerler nedeniyle farklılaştığı öne sürmektedir.


“Ahlaki İçgüdü” kısmında, içgüdüyle yapılan eylemlerin anlaşılmasında eylemlerin nedeninin incelenmesi gerektiği belirtir. Platon’un içgüdü tanımından yola çıkarak ahlaki eyleme değinmiş, Kant’ın ahlak ve erdem düşüncelerine de atıfta bulunularak ahlaki içgüdünün mantık dâhilinde geliştirilebileceğini savunmuştur.


Son bölümde ise Schopenhauer; kısa paragraflarla ahlak-erdem-onur-masumiyet-mütevazilik-dostluk- hoşgörü ve iyi huylu olmanın ruh durumuna etkisi ve ahlak yasasının kurallarıyla uyumunu aktarmıştır. Modern dönemlerde insanın yapısının çeşitli şeklide bozulduğunu açıklarken, insanın iradi gücünü kullanımını ahlak gelişiminde öncelik olarak kabul etmiştir.


Özet olarak kitap insanı çeşitli yönleriyle incelerken, olması gereken insani ve toplumsal kuralları aktarmış, bize hem bireysel hem de toplumsal sorgumuz için düşünsel bir yol açmıştır.


Nermin ELMAS


578 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

EĞİTİMLİK

eğitimi düşünen blog

bottom of page