Lisede ya da üniversitede okuduğum bazı kitapları son dönemlerde dönüp tekrar okuyorum. O dönemlerde inemediğim derinliğe ya da yaşama dair göremediğim pek çok ipuçlarını şimdilerde daha iyi anlıyorum sanırım. Tüm zamanlar için yazılmış özellikle klasiklerin insan hayatında bir defa okuduktan sonra tekrar bir gözden geçirilmesi gereken kitaplar olduğunu düşünüyorum. Ne zaman okuduğumu hatırlamadığım ama az çok içindeki hikâyeleri hatırladığım Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar?” kitabı bunlardan bir tanesi. Geçen gün şöyle bi göz gezdireyim, içinden birkaç anlamlı cümle çıkarayım diye elime almıştım ama o gün düşüne düşüne bir kez daha okudum. Çünkü kitaptaki altı hikâye ayrı birer ders verirken, insan ister istemez günümüzle bir kıyaslama yapıyor.
İlk bölüm "Ateşi Kıvılcımken Söndürmeli" hikâyesinde kötülüğe kötülükle karşılık verildiğinde küçücük sebeplerin nasıl da alevlenebileceğini anlatıyor bizlere. İvan’ın komşusuyla bir tek yumurta ile başlayan düşmanlığının hem kendisini hem de ailesini nasıl perişan ettiğinin dersini veriyor. Kötülüğün giderek yaygınlaştığı günümüzde ilk kıvılcımı söndürmenin içimizdeki iyiliği çoğaltabilmekle mümkün olabileceğini vurguluyor biraz da..."Kötü söz söyleyene kötü sözle karşılık vermemek lazım; hani köpekler boğuşurken, birbirini ısırdıkça daha çok kızar ya, işte öyle... Kötülük tek taraflı olmaz, sana karşı bir kimse suç işlerse onu bağışla, hem zarar görmemiş olursun hem de huzur ve rahat içinde yaşarsın" cümleleri hikâyenin en keskin cümleleri bence...
İkinci hikâye "Herşeye Rağmen Sevgi" de bir babanın yufka yüreğini gösteriyor bizlere. Kitaba adını veren "İnsan Ne ile Yaşar?" masalsı hikâyesinde yoksul olan Kunduracı Simon’un, kilisenin önünden geçerken gördüğü düşkün bir insanı, alıp evine götürerek yaptığı yardımın ona dönüşünü anlatırken, dünyaya melek olarak gönderilen Michael’in, insanın kalbine hükmeden nedir, insana ne verilmemiştir ve insan ne ile yaşar arayışının sorgusu tüm zamanlara ayna tutuyor. "İnsanın kalbine hükmeden sevgidir. İnsana kendi ihtiyaçlarının bilgisi verilmemiştir, yani gelecek bilinmezdir. Hiçbir insana akşam olduğunda ayakları için çizmelere mi yoksa cesedi için terliklere mi muhtaç olduğu bildirilmedi. Bütün insanlar kendi esenlikleri için harcadıkları düşünceyle değil, insana verilen sevgiyle yaşarlar. Tanrı insanları birbirlerinden ayrı ayrı değil, her birine hepsi için gerekli olan şeyleri ilham ediyor. Hakikatte onları yaşatan tek şey sevgi" gibi hikâyedeki cümleler iyilikten doğan güzellikler ile bize bütünü görmenin önemini anlatıyor.
"İnsana Ne Kadar Toprak Gerek" hikâyesinde çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alıyor. Kendi hâlinde bir çiftçiyken daha zengin bir hayatın hayalini kuran Pahom’un, öncelikle komşusunun arazisini satın alması, topraklarını kendi köyü çevresinde genişletirken komşularıyla çatışması yani zengin oldukça artan gururu ve kibrini göz önüne seriyor. Ardından uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için neler yaptığını, nasıl daha açgözlü hâle geldiğini anlatırken, hikâyenin sonunda Reisin herkese istediği kadar toprak alacağını söylemesi ama sabahtan akşama kadar işaretleyebildiği tüm alanları işaretleyebileceği fakat akşam güneş batmadan başlangıç noktasına dönme pazarlığının ardından nasıl da hırslandığı, hırsının ve aç gözlülüğünün kurbanı olduğunu anlatırken bol bol düşündürüyor bizleri. Çünkü zengin reis Pahom’u gömmek için hazırladığı mezara bakarak veriyor bize dersi: "Bir insana işte bu kadar toprak yeter, onun şimdi ihtiyaç duyduğu iki metrelik bir toprak" diye...
"Fakir Köylünün Oğlu" hikâyesinde yine biraz masalsı, kıssalar ve menkıbelerden esinlenilerek insanın her şeye müdahale etmemesi gerekliliği ve kötülüğü engelleme mücadelesine yer verilmiş. "Kötülüğü dünyadan nasıl kaldırabilirim? İnsanlar kötülüğü kötü insanları sürgüne göndererek, zindana atarak, ölümle cezalandırarak yok ediyorlar. Kötülüğün ortadan kalkması için nasıl hareket etmeliyim?" diye sorgularken, kötülüğün kötülükle çoğaldığını, ne kadar kötülüğün ardına düşersek onu o kadar çoğalttığımızı öğütlüyor bizlere. En önemli mesaj da kendi kalbimizin iyice yandığında, başka kalpleri de ateşleyebileceğimize çalışmanın, mücadelenin önemini anlatıyor.
"Efendi ile Uşak" hikâyesinde; bir taraftan onları karda taşıyan cefakâr atın sağduyusunu ince ince işlerken, diğer taraftan Nikita’nın efendisine bağlılığını ve yine Efendi Vasilli’nin daha fazla zengin olmak için kar-tipi demeden düştüğü yollarda ormanda kayboluşu, toprak sevdasının nasılda canına mal olduğu ve Nikita’nın geri kalan ömrünü anlatıyor. Ve son hikâye "Üç Soruda" bir kralın aklına takılan sorulara aradığı cevaplar ve bunları bulma hikâyesi anlatılmış. Kral, sürekli doğru zamanda işe başlamayı bilirse, kimin sözüne kulak verip, kimden uzak kalması gerektiğini bilirse başarısızlığa uğramayacağını düşünüyormuş. Bunların cevabını bulmak için bir âlimin yaşadığını köye giderek, onunla geçirdiği günü anlatıyor. Hikâyenin sonunda verdiği keskin mesaj "tek önemli vakit vardır, içinde bulunduğumuz an. O an en önemli vakittir. Çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz o’dur. Zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez ve en önemli iş iyilik yapmaktır. Çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur" der.
Tolstoy, ölümlü bir hayatın anlamını kavramaya çalışmış ve eserlerinde bu yönde düşünceler geliştirmiş ve sürekli bir sorgulama ile gerçeği anlama çabası sergilemiştir. Kısa, altı hikâyeden oluşan bu kitapta da tüm insanlığın üzerinde düşündüğü sorunlarını kaleme almıştı. Bu kitap, hayatın hızlı akışı içinde unuttuğumuz birçok gerçeği hatırlatıyor bizlere. Sevgi, merhamet, dostluk, iyilik gibi güzelliklerin yanı sıra pişmanlık, açgözlülük, acizlik gibi insana dair çok ve çeşitli duygu ve davranışlara yer veriyor.
Okuyanlar için kitabı tekrar hatırlamakta yarar var diyerek ilk defa okuyacaklar için ısrarla öneriyorum. Keyifli okumalar diliyorum. Sağlıcakla…
Nermin ELMAS
Comments