top of page

Kurumsal Etik ve Görev Bilinci

Çeşitli bağıntıların güruhları toplumlaştırdığı bilinen bir olgudur. İnsanları çevresinde birleştirebilen değerler, toplum niteliğini kazandıran unsurlardır. Geleneklerin yahut milli hassasiyet diyebileceğimiz barut ve kan eşliğinde elde edilen kazanımların temelini oluşturduğu bu değerler bütünü, zaman içinde kanıksanır ve toplum tarafından savunulur. Küçük budunsal farklılıkların haricinde yerleşik ilkeleşme gözlemlenir. Örneğin bayrak, marş ve yurt gibi kavramlar millî hassasiyet noktasında ele alınırken düğün, cenaze ve çeşitli merasimler gelenek sınıfını oluşturur. Bu kavramların bir toplumun betimleyici kanaatleri olduğu, sosyologların konusu olan toplumu tanımlarken araştırma odağı hâline getirmelerinden anlaşılabilir. Ancak ortak değerlerin birleştirdiği bireyler bütünü olan toplum, zaman ve değişimin kırıcı etkisiyle deforme olur. Toplumsal bilinç zayıflayan bağları sebebiyle ortadan kalkar. Nihayetinde bir zamanlar tanımlanmasını sağlayan değerleri tanımamaya başlar. Millet statüsünden marjinal yığın niteliğine geriler ve yok olur. Gelenek, örf, adet vb. alt başlıklarda ifade edebileceğimiz kültür çatısı, toplum zihniyetini tesis eden genel-geçer yargılar bütünüdür. Bu kümenin adeta toplumun tutucu çimentosu olmasını sağlayansa ahlak adını verdiğimiz dünya görüşüdür. Zaman ve değişimin kaçınılmazlığına örf ve geleneklerin işlevsel hâle geldiği etik sorumluluk ile karşı koyulabilir. Ulusal değerlere sahip olmak sadece toplum olarak adlandırılmamızı sağlar. Asimilasyonun önüne geçmek için muhafaza kabiliyetine ve mirasımızı nesillere ileterek toplumun canlılığını sağlamak için aktarım yapabilme esnekliğine sahip olmamız gerekir. Bu ihtiyaçlarımızı karşılamak, değerleri yaşantılarımızda görünür hâle getirmekle mümkündür. Bir törenin ya da kavramın toplum açısından kıymetli olduğunu nasıl anlarız? Tahmin edileceği gibi o toplumun yaşamını izleyerek değerin ehemmiyetini belirleyebiliriz. Genelin kabulüyle oluşan normların etik ve ahlak kavramları aracılığıyla hayatımızda yer alabildiğini belirttik. Öncelikle acemiliğimizin elverdiği kadarıyla ve basitçe etik ve ahlak kavramlarını ayrıştırmamız gerekir. Ahlak toplum kanaatlerinin davranışlara yansımasıyken etik; süreç bağlamına "Nasıl?" sorusunu yönelterek sonuçlar ile alakadar olur. Etik ilkeler üzerine odaklanır, ahlak ise daha çok uygulama noktasında belirginleşir. Örnekleştirmek gerekirse; toplumun onaylamadığı bir eylemi gerçekleştiren Ahmet'in gördüğü tepki ahlak havuzundan beslenirken etik, bu tepkinin sonucunun hangi erdem tarafınca organize edildiğini inceler. Eylemin hırsızlık olduğunu tasavvur edelim. Ahmet'in ayıplanması toplum ahlakının sonucudur. Söz konusu toplumda hırsızlık ayıptır. Toplum değerler bütününü davranışa döker ve tepki verir. -Ayıplar.- Etik bu "dışlama/kötüleme" tepkisinin nasıl olduğunu, neden verildiğini betimlemeye çalışır. Bir nevi etik, toplum ahlaklarının damıtılmasıdır.

İşte bu hâlde etik, bizlerin yaşamlarında itibar etmesi gereken ilkelerin yansımasıdır. Etik değerlere boyun eğme, erdemlerin çizdiği çerçeveyi tatbik edeceğimizin teminatıdır diyebiliriz. 29 Ekim 1933’te Gazi Paşa’nın “Onuncu Yıl” nutkunda “Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir.” seslenişi, ulusun o değerlere -ahlaka- sahip olması ve İstiklâl Harbinde bu vasfını özveriyle ortaya koyuşunun üzerine sarf edilmiştir. Günümüzde bu çalışkanlığın ve zekiliğin ne kadar sergilenebildiği tartışılır. Vitrinde bu değerlerin gözlenmemesine karşın hâlâ bu sözlerle varlığını savunmak millî hissiyatın tatmininden öteye gitmez. Beklenen, bu vasıfların izlenebilirlik konumuna erişmesidir. Ziya Paşa; “Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde. şeklindeki ifadesiyle toplum bazında görmek istediğimiz ve ifade etmeye çalıştığımız niteliği sadece bireye indirgemiştir. Toplum tamamıyla ahlakını yaşatma ve sergileme istemi güdüyorsa evrensel geçerlilik olan etik değerlere uymak mecburiyetindedir! Varsayalım ki X toplumunda yolsuzluklar izlensin. “X toplumu rüşvetçidir!” görüşüyle genelleme yapabilir miyiz? Hayır. Fakat aynı şekilde gazetelere yansımış üç beş misafirperverlik örneğiyle “X toplumu misafirperverdir.” de diyemeyiz. İyi veya kötü bir erdemi topluma atfetmek için tamamıyla ret ya da kabul gerekir. Maddi kazanç, sorumluluktan kaçış, yaptırımsızlık ve daha birçok sebep bizleri etik tanımazlığa yönlendirse de ihtiyacımız; iş, eğitim, sosyal vs. hayatımızda etik kuralların tabii olunan sözsüz yasalar olmasıdır. İlaveten yaşamın birçok alanında yüksek nüfus, rekabet, kazanç talebi vb. sebepler kurumsallaşmayı mecburi kılmaktadır. Nitelikli ve eşgüdümlü çalışma için ortam sağlanarak zaman ve maliyet açısından ekonomiklik sağlamak amaçlanmıştır. Topluluk bilinci ve takım olarak çalışma kabiliyetinin hız ve kalite yarışında önem kazandığı bu kurumsal çağ, bireylerin görev ve sorumluluk farkındalığını ve yetkinliği pratiğe dökmeyi gerektirmektedir. Bahsettiğimiz gibi erdemlerin ilkeleşmesi ve sahip olmanın yanı sıra yaşamda görünür hâle gelmesi gereklidir. Yani etik değerlere riayet edilmesi mecburidir. Sorunsuz bir saat, ortaklaşa hareket etme kabiliyetini yitirmemiş çarklar bütünüdür. Herhangi bir çarkın senkron dışına çıkması -görevini yerine getirmemesi- diğer çarkların da başarısız olması anlamına gelmektedir. Başarı, başat ihtiyacı bütünlük olan bir oluşumun işleyişine ve parçanın sorumluluk bilincine doğrudan bağımlıdır. Organizasyon temelli kurumlar, mülakat ve değerlendirmelerinde bu hususların varlığını sorgulamaktadır. Şüphesiz takım çalışması ve iş birliği, paydaşlara etik kuralların koruduğu bir zemin sunulmasıyla mümkündür. Etik dışı eylemlerin gözlenmesi durumunda hangi alanda olursa olsun verim azalacak ve başarı hasretle gıpta ettiğimiz mazi öyküleri olmaktan öteye gidemeyecektir. Etik değerlere riayet edenler işgüzar, yalaka, saf gibi olumsuz nitelendirmeye maruz kaldığı ve bu değerlerin formaliteden ibaret oluşunun “Teoride öyle ama buradaki işleyiş farklı” söylemiyle desteklendiği sürece, düşüncemiz hakikatleşecektir.

Etik sorumluluğun yerine getirilmemesinin bariz sonuçlarıyla karşılaşılan ve olumsuzluklarıyla kalitesizleşen yerlerin başında eğitim kurumları gelmektedir. Ülkenin hemen her kurumunda baş gösteren problemlerin çoğunun nedeninin eğitim kaynaklı liyakatsizlik olduğu aşikârdır. Durumun vahametinin farkında olamayanların ötelediği yahut görmezden geldiği bu problem, her geçen gün daha da derinlere sirayet ederek çözümü olanaksızlaştırmaktadır. Her çözüm süreci, sorunun varlığının ve etkisinin kabul edilmesiyle başlar. Bilindiği gibi ülkemizde toplumcu bir bakış açısıyla kamu kurumları teşkilatlanmıştır. Amaç, toplumun bütünüyle refahıdır. Hâl böyleyken bireyler, üzerine düşen görevleri istisnasız yerine getirmelidir. Bütünün refahının temenni edildiği bir ülkede devlet kurumlarının kapsamı ve önemi misliyle artmaktadır. Çünkü oluşumunun temeli toplum yararına sosyal devlet doktrinine dayanan ülkemiz örnekli uluslarda toplum, kurumların müdahalesine doğrudan açıktır. Kamu kurumları, her yurttaşın özgürlüğünün garantisi gibi tanıtılsa da sahip olunan tek özgürlük kurumların idaresinin halkça seçilmesidir. Kurumlar, doğrudan yaşamı yönlendirecek yetkilerle donatılmıştır. -Zaman zaman yetkilerinin sınırlarını zorladıkları da izlenmektedir.- Eğitim kurumlarını belirleyici ve önemli kılansa devlet kurumları personeli, mutlak suretle göreve eğitim kurumlarında hazırlanmaktadır. Yaşama hazırlık sürecinin işlediği okullarda alınan eğitim, devlet ve toplumun kaderini belirleyen zihinleri yetiştiren program kümesidir. Bizlerin adeta şah damarı misali yapısını korumamız gereken yegâne yerleşke okullardır. Okul personeli, eğitimciler ve öğreniciler sorumluluk ve görev bilincini kapsayan kurum etiğine mutlak itaat durumunda olmalı yahut bu ortam sağlanmalıdır. Statü yolculuğunda zemini oluşturan eğitim kurumlarında bozulma yahut itibarsızlık gözlenirse devletin diğer kurumlarında emsallerle karşılaşılması hâlinde şaşırmak yersizdir. “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” söyleviyle eğitimcilere seslenen Gazi Paşa, omuzlardaki sorumluluk ve görevlerin öneminin farkında olarak ülkesinin öğretmenlerini onurlandırmıştır. Her eğitimci, kurumunun değerlerini kapsayan etiğin çerçevesinde görevini layıkıyla yerine getirmelidir. Akranlarının gerçekleştirmemesi, ekonomik zorluk, bıkkınlık vb. nedenler bu vazifenin ifasını geciktirmemeli ve engellememelidir. Geleceğin mimarı yakıştırması öğretmenlere fuzuli yere atfedilmemiştir. Mensubu olduğu toplumun ve nesillerin geleceğini etkileme kudreti öğretmenlerin avuçlarındadır. Bu gücü avantaj olarak kullanabilmemizin anahtarı etik riayetin tesis edildiği bir ortamdır. Ayrıca öğretmenlerin, öğrencilerin rol modeli olmasından ötürü, etik değerlere itibar etmenin öğütlenmesinden önce yaşamlarında sergilemeleri gereklidir. Hem meslektaşlarına hem de öğrencilerine örnek olan eğitimciler, her geçen gün görev ve sorumluluk bilincinin kurumunda yaygınlaşmasına ve önem görmesine ortam hazırlayacaktır.

Karşılaşılması muhtemel bir sınıf tasarlayalım. Araç ve materyal bakımından zengin bir sınıf olsun. Tasarlanmış en iyi materyaller ve kazanım bazlı etkinlikler kullanıma sunulmuş olsun. Hatta bu imkânların kullanımı da ülkedeki en yetenekli ve yeterli eğitimciye emanet edilsin. İşlenen derslerde etkinliklere katılmayan, verilen ödevleri yapmayan, sorumluluklarının bilincinde olmayıp yerine getirmeyen bir öğrenci, nasıl gelişim sağlayacak ve başarıya ulaşacak? Türkçe dersi için yazma becerisi odaklı muazzam etkinlikler sunulmuş olsun. Çalışmalara katılmayan, tekrar ve uygulama yapmayan bir öğreniciden yazarlık beklenebilir mi? Kalıtsal yeteneği yoksa maalesef. 900 mensupla faaliyette bulunan hayali okulumuzda iki tane genetik avantajlı çocuğun var olmasına mı umut bağlayacağız? 2/900 tatmin ediyorsa çoktan kaybettiğimiz ortadadır. Hayali sınıfımızın karşısındaki ikinci hayali sınıfımızda da gözleri parıldayan ve öğrenme arzusuyla yanıp tutuşan öğrencilerimiz var. Yine aynı üst düzey imkânların çevrelediği bir sınıf. Fakat öğretmen mesleğinin sorumluluğunun farkında değil. Müfredat yetiştirip maaş günü beklemek tek becerisi. İş bu hâlde başarı nasıl sağlanacak? Öğrencilerden bazılarının kişisel meraklarıyla edineceği kazanımlara mı bel bağlamalıyız? Ülkemiz gençliğinin kaderini, etik değerlerin yükümlülükleriyle bezenmiş bir sisteme emanet etmek yerine neden idealist bir eğitimcinin okullarına atanmasına dayandıralım ki? Bu iki hayali sınıfın elinden imkânları da aldığımızı varsayalım. 2/900 ütopya olmaz mı? Örnekleri sayfalarca uzatmak mümkün. Görevdeki çoğu öğretmenimizin de doğrulayacağı gibi bu örnekler şahsımın hayal ürünü olmaktan öte çoğu kurumda gözlenen hadiselerdir. Hatta en vahimi alışılmış sahnelerdir. Netice itibariyle “Biz şöyle harikayız böyle muhteşemiz.” gibi pışpışlayıcı sloganlar, uykumuzu ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramaz! Ataların nitelikleri övülerek çok çok motivasyon sağlanabileceği gibi çocuklar için yetişkinler masal anlatıcıları olmaktan ileriye gidemez. Okul gibi devletin, ulusun, ülkenin ve toplumun -adı her neyse- temel taşı olan bir kurum, o binada neden bulunduğunun farkında olan idareci, öğretmen ve öğrenciye hasrettir ve muhtaçtır. Emin olunuz ki yasama, yürütme ve yargı adını verdiğimiz üç demokrasi kolonu, tasarım harikası robotların idaresinde değil sınıf sıralarında büyümüş insanların kontrolündedir. Toplumu huzur ve refaha götürecek şey; sistem değil sistemin operatörleridir. Etik değerler, sahip olunan imkânların amaca uygun kullanılmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla eğitimcilerin ve öğrencilerin mutlak riayeti tüm ulus için hayatidir. Peki çözüm ne? Yaptırım mı? Ceza mı? Meslek içi eğitim mi? Farkındalık seminerleri mi? Cevabı bizlerin değil, nitelikli akademisyenlerin yayınları arasında bulacağımıza inanıyorum.

Saygılarımla.


Enes ÇALIŞKAN

116 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ÖĞRETMENİM

EĞİTİMLİK

eğitimi düşünen blog

bottom of page