top of page

Alp Köksal ile Röportaj: "Eğitimde Dijital Dönüşüm" (Birinci Bölüm)

Eğitimlik ekibi, Alp Köksal ile bir araya geldi. Alp Köksal, eğitimde dijital dönüşüm ve Khan Academy hakkında merak ettiğimiz sorulara içtenlikle cevaplar verdi. Kendisine yoğun iş temposunda bize vakit ayırdığı ve desteği için teşekkürlerimizi sunarız.

- Alp Köksal'ın yolu Khan Academy ile nasıl kesişti? Khan Academy’nin sizi etkileyen özellikleri nelerdi?

Khan Academy’nin beni en çok etkileyen özellikleri, eğitimin giderek maddiyata dayandığı bir dünyada kar amacı gütmeden hatta reklam bile almadan gerçekten sosyal fayda odaklı bir kuruluş olarak eğitimi herkes için erişilebilir kılmak adına sunduğu farklı bakış açısı; eğitim ve kurumsal sosyal sorumluluk kavramlarını bir araya getiren yenilikçi iş modeli ve ders videolarındaki anlatım dili kadar samimi ama bir yandan da tüm dünyaya ücretsiz eğitim desteği verme hedefi kadar idealist olan duruşuydu. Khan Academy’yi üniversitede çalışıyorken, biraz geç fark ettiğimi itiraf etmem gerekir. Keşke ben öğrenciyken olsaydı demekten kendimi alıkoyamıyorum ama bugün de sanat tarihi başta olmak üzere yetişkin içeriklerini zevkle takip ediyorum ve her gün mutlaka rastgele bir video izleyerek bilgilerimi pekiştirmeye ya da yeni şeyler öğrenmeye gayret ediyorum. İşin aslı, hızlanan dünyada hepimiz, her an birer öğrenciyiz! Khan Academy ile iş anlamında yolumun kesişmesi ise STFA İnşaat Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Alp Taşkent sayesinde oldu. Alp Bey, ülkemizin köklü şirketlerinden STFA’nın yaklaşmakta olan 75. kuruluş yıl dönümünü kutlamak için büyük bir sosyal sorumluluk projesini hayata geçirmek istiyordu. Khan Academy’yi Türkiye’ye getirme fikri de kendisine aittir. Salman Khan ile görüşmelerin ardından bugün 45 dilde eğitim veren Khan Academy’nin ana dili olan İngilizceden sonra ilk dilinin Türkçe olması için STFA tarafından gerekli girişimler yapıldı ve Khan Academy Türkçe, 2012 yılında platformun ilk resmî iştiraki olarak kuruldu. Daha önce hem Amerika’da hem de Türkiye’de lise ve üniversite düzeyinde öğrencilik deneyimim ve doktora düzeyinde Türkiye’nin eğitim ve sosyal politikaları üzerine çalışmış olmam Silikon Vadisi merkezli platformun ülkemizde yapılanması, içeriğinin yerelleştirilmesi ve adaptasyonunu sağlamak için bana fırsat sundu. Eğitimin coğrafi sınırlardan bağımsız ve kişiselleştirilmiş bir olguya dönüşmekte olduğuna duyduğum inanç sayesinde uluslararası deneyimimi, akademik geçmişimi, teknolojiye olan ilgimi ve sivil toplumda çalışma ideallerimi "Khan Academy Türkçe"de bir araya getirebilme şansı beni çok heyecanlandırdı ve bir start-up projesi olarak başlayan bu fikir, o gün bugündür tam zamanlı işim ve ilgi odağım hâline geldi. Hatta, Khan Academy Türkiye yerine Khan Academy Türkçe ismini seçmiş olmamızın sebebi, coğrafi sınırlardan bağımsız olarak tüm dünyada Türkçe bilen herkese eğitim sunma idealimizdi. STFA Eğitim Vakfının çatısı altında küçük ama özverili bir ekiple işe koyulduk ve Türkçe eğitimde fırsat eşitliğine inanan eğitim gönüllülerimizle Khan Academy’yi Türkçeye kazandırdık. Millî Eğitim Bakanlığı ile yaptığımız işbirliği sonucunda derslerimizin Türkiye’deki tüm okullara ulaşmasını sağladık. 8 yıl önce çıktığımız bu yolda eğitimin hızla dijitalleşeceğinden ve Türkiye’nin genç ve teknoloji ile barışık nüfusunun ücretsiz bir öğrenme kaynağından büyük fayda sağlayabileceğinden emindik. Kısa süre içerisinde gördük ki sadece biz değil; Google, Comcast, Carlos Slim Vakfı, TATA Trusts gibi global ölçekli birçok destekçi de Khan Academy’nin sosyal fayda misyonuna inandı. Khan Academy, farklı dil ve ülkelere hızla yayılarak büyüdü ve biz de bu süreçte ilk girişim olarak öncü olmanın gururunu yaşadık. Ofisteki ilk günümü hatırlıyorum. Her şey tamam da, peki bu işi nasıl yapacağız diye oturduk ve düşünmeye başladık, çünkü örnek alabileceğimiz ölçekte bir yerelleştirme projesi yoktu. O gün Khan Academy’nin kütüphanesi sadece İngilizceydi ve 2700 ders videosundan oluşuyordu; acaba 50 eğitim gönüllüsüne ulaşabilirsek kaç ayda, kaç yılda bitiririz diye projeksiyon yapmaya çalıştık. Bugün Khan Academy’nin Türkçe olarak 9000 civarında ders videosu var. Bu sayı Harvard, Princeton ve Yale üniversitelerinin YouTube üzerinden ücretsiz olarak sunduğu içeriğin toplamından daha büyük. İşitme ve görme engelli kullanıcılar için de elimizden geldiğince destek sunmaya çalışıyoruz. Tüm bunlar sosyal fayda odaklı, idealist bir ekip ve iyi bir ekip çalışmasıyla mümkün olabilirdi. Bu derslerin Türkçeleştirilmesinde 600’den fazla gönüllünün emeği geçti. Türkiye’de tam 18 milyon insanın hayatına dokunmuşuz…


- Khan Academy Türkiye direktörü olarak sizin gözünüzden eğitimde dijital dönüşüm nasıl gerçekleşiyor? Gelecekte bu anlamda bizi neler bekliyor?

21. yüzyılın dünyamıza kazandırdığı yeni iletişim ve bilişim teknolojileri sayesinde eğitim, sanayi devriminden bu yana ilk kez bu kadar büyük bir değişim sürecinden geçiyor. Eğitimde dijital dönüşümü yaşıyoruz: Eğitim mekândan, zamandan ve sınırlardan bağımsız, veriye dayalı ve kişiye özel bir deneyime dönüşüyor. Eğitim teknolojileri bize bilgiye kaynağından ulaşmak, tüm dünya ile paylaşmak ve eğitimde fırsat eşitliğini güçlendirmek için geçmişte var olmayan imkânlar sunuyor. Küresel ölçekte iletişim içindeki yeni nesil; mobil cihazlarla her an, her yerde bilgiye ulaşıyor, ihtiyaç anında öğreniyor ve sürekli paylaşarak büyük veriyi besliyor. Eğitim teknolojilerinin başarısını ise bu bilgi ve veriyi kişiselleştirilmiş bir öğrenme deneyime nasıl dönüştürdüğü belirliyor. Oyunlaştırma mekanizmalarıyla desteklenen ve iyi tasarlanan bir dijital öğrenme ortamında, kendine en uygun hızda ve ustalaşarak öğrenen birey, hem daha verimli öğreniyor, hem de bu süreçte kendi öğrenme sorumluluğunu sahipleniyor. Bugün en bilgili insan, nitelikli bilgiye, güvenilir kaynaktan, ihtiyaç anında, en kısa yoldan ulaşmayı öğrenen insan. Çünkü bunu başardığında sadece bugün var olan bilgiye değil, gelecekte var olacak bilgiye de erişebilmeyi öğreniyor. Dijital ortamda verimli ve hızlı aktarılan bilginin kalıcı becerilere dönüşebilmesi içinse uygulayarak ve deneyimleyerek öğrenmeye imkân tanımak, bunun için de öğrenci-öğretmen ve akran etkileşimini artırmak büyük önem taşıyor. Gelecekte eğitimin yüz yüze ve online öğrenmenin güçlü yanlarını bir araya getiren hibrit bir model üzerinde yükseleceğini öngörebiliriz. Eğer teknoloji destekli ve insan odaklı bir yaklaşımla eğitimi yeniden düşünüp, hayat boyu öğrenmeyi içselleştirebilirsek; değişen dünyada bilgi ve becerilerimizi sürekli güncelleyebilir ve dijital dönüşümü yakalamakla kalmayıp, yönetenler olabiliriz. İnanıyorum ki eğitimde dijital dönüşüm, değişimi doğru yerden yakalayan toplumlara bir adım ileri geçebilmek adına çok önemli bir fırsat sunuyor.


- Yeni nesil öğrenme kavramından neler anlamalıyız?

Yeni nesil öğrenmenin belirli bir tanımı olmasa da, eğitimdeki değişimin hız kazandığı bu dönemde yeni nesil bir öğrenme yaklaşımını hep birlikte yaşayarak tanımlayacağımıza ve eğitim üzerine düşünerek, tartışarak, mevcut sistemi nasıl geliştirebileceğimizi sorgulayarak ve öngörülerimizi paylaşarak geleceğe yön vereceğimize inanıyorum. Bence yeni nesil öğrenmenin olmazsa olmazları, teknolojide yaşanan gelişmelerle bilginin özgürleştiği bir dünyada her bireyin kişiye özel bir öğrenme yolculuğuna çıkarak kendine en uygun hızda ve en uygun yöntemle öğrenmesi. Her bireyin potansiyeli ve yetenekleri farklı olabilir. Bence yeni nesil bir eğitim yaklaşımında standardize yeteneklere sahip ve aynı işi aynı kalitede yapabilecek gençler yetiştirmek yerine kendi alanında uzman ve fark yaratabilecek becerilerle donatılmış gençler yetiştirmeyi hedeflemeliyiz. Tabii bunu yaparken geleceğin karşımıza çıkarabileceği çok yönlü problemlere çözüm üretebilmek için çok disiplinli, disiplinler arası ve kapsayıcı bir bakış açısı sağlamak çok önemli. Eğitimi bir inşa etme süreci olarak düşünerek belki şöyle bir anekdot kullanabiliriz: Eğer bir öncelik seçmemiz gerekirse bence her binanın aynı yükseklikte olmasına gerek yok, ama kaç katlı olursa olsun her bina sağlam olmalı. Bunun için tam öğrenmeli, ustalaşarak öğrenmeliyiz. Bugün sınavdan 90 alan bir öğrenci bile olunca yüzde onluk bir kayıpla devam ediyor. Ya bir sonraki öğrenmesi gereken konuda bu eksik bilgiye ihtiyaç duyuyorsa? Sırf yüksek bir bina inşa etmeyi amaçladığımız için katları sağlam olmadan inşa edersek, korkarım ki binanın ya hedeflenen yüksekliğe ulaşmadan çöktüğünü görürüz, ya da bir şekilde hedeflenen kata ulaşsa bile sağlam olmayacağını öngörebiliriz. Ama kendimize en uygun hızda ilerler ve her katın sağlamlığından emin olursak, gelişim odaklı bir bakış açısı ile güçlü temeller üzerinde her şeyi öğrenebileceğimize inanabiliriz. Son yıllarda yapılan araştırmalar beynimizin de vücudumuzdaki diğer kaslar gibi çalıştıkça güçlendiğini ortaya koyuyor. Bu sebeple öğrenme pratiği çok önemli. Her an birbirimizden bir şeyler öğrendiğimizi ve birbirimize bir şeyler öğrettiğimizi unutmayalım. Paylaşım ile şekillenen, paylaşım kültürü ve paylaşım ekonomisi gibi kavramların her geçen gün daha çok konuşulduğu bir dünyada, şunu da hatırlamalıyız ki paylaştıkça öğreniyoruz. Öğrenmeyi okulla ya da belirli yıllarla sınırlı değil, hayatın her alanında deneyimliyor, hayat boyu öğrenme kavramını içselleştirmeye başlıyoruz. Eğitim kişiye özel ve veriye dayalı bir deneyime dönüşüyor. Dünyanın herhangi bir yerinde ders anlatan bir öğretmeni dinleyebiliyor, gerektiğinde bilgiye kaynağından ulaşabiliyoruz. Ya da bilgimizi sınırlara bağlı kalmadan tüm dünya ile paylaşma şansı buluyoruz. Bence yeni nesil öğrenme anlayışının en önemli parçalarından biri de ihtiyaç anında, güvenilir kaynaktan, nitelikli bilgiye en hızlı şekilde ulaşmayı öğrenmek. Bilgi değişebilir ama beceri büyük ölçüde kalıcıdır. Dolayısıyla, bilgilerimizi beceriye dönüştürmeyi; yaparak, uygulayarak deneyime dönüştürmeyi ve hayata değer katacak şekilde kullanmayı amaçlamalıyız. Değişim ne kadar hızlı olursa olsun, gelecek ne kadar bilinmez olursa olsun bu şekilde her daim nitelikli bilgiye ulaşabilir ve kendimizi güncel beceri setleri ile donatabiliriz.


- Sizce öğretmenlerin eğitime nasıl baktıkları ne öğrettiklerinden niçin daha önemlidir?

Eğitime olan bakış açımızda önemli bir kırılma noktasına yaklaşıyoruz; bugün tüm dünyada eğitim reformunu yaşıyoruz. Çocuklara ne öğrettiğimizi, aktarılan içeriği ya da müfredatı sıkça tartışıyor ve tartışmakla kalmayıp güncelleyebilmek için de sıkça değiştiriyoruz. Eğitim sisteminde müfredatın önemi tartışılmaz ama bugün eğitim üzerine yapılan tartışmalar bir üst seviyede dönüyor; sadece müfredatı değil, eğitime olan bakış açımızı güncellememiz ve bunun için de eğitim sistemini tartışabilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Tarih bize gösteriyor ki büyük dönüşümlerin yaşandığı dönemler, köklü sistem değişiklikleri için fırsat sunar. Bu fırsatı kullanamayanlar ise geride ve geçmişte kalırlar. Eğitimin geleceğinin tartışıldığı, bugünden çok geleceğin ihtiyaçları doğrultusunda eğitim modellerinin yeniden tasarlandığı bir dönemde büyük resme odaklanmalıyız. Bu kadar değişken içinde ne öğrettiğimizden çok nasıl öğrettiğimiz önem kazanıyor. Öğrenciler zaten çoğu zaman bilgiye ihtiyaçları olduğunda farklı kaynaklardan ulaşmayı tercih ediyor, bir anlamda kendi müfredatlarını ya da kaynaklarını seçiyorlar. Hatta çoğu zaman bilgiyi ceplerinde taşımayı istiyorlar. Bilgi hızla değişiyor ve bununla doğru orantılı olarak ne öğrettiğimiz de… Büyük resme baktığımızda öğretmenin rolünün değişmekte olduğunu da daha net görebiliriz. Öğretmenlik fazlasıyla çok yönlü bir meslek olmasına rağmen, geleneksel eğitim yaklaşımında ön plana çıkan her zaman öğretmenin bilgi aktarma rolü oldu. Bunun sonucunda sınıfta öğretmen-öğrenci ya da akranların geçirdiği değerli zaman da pasif öğrenmenin gerçekleştiği bir ders anlatma ortamına hapsolup kaldı. Öğretmenin değişen rolü ile ilgili konuşmalarımda sıkça kullandığım bir metaforu paylaşmak isterim: Öğretmenler kariyerleri boyunca kütüphanelerde dirsek çürüterek, özveriyle topladıkları bilgileri sanki damla damla su doldurdukları bir damacana gibi yıllarca omuzlarında taşıdılar ve her öğrencinin farklı ebatlardaki bardaklarına israf etmeden doldurmaya çalıştılar. Bugün ise bilgi bir şelale gibi akıyor, bilgiyi ne damacanamıza sığdırmamız mümkün ne de sığdırdığımız kadarını omuzlarımızda taşıyabilmemiz… Öğretmenler bu yükün altında ezilmemeli, bunun için belki de her öğrenciye eline bir bardak almayı ve ne zaman ihtiyacı olursa temiz bir kaynaktan bardağını doldurarak su içebilmeyi öğretmeliyiz. Doğru tasarlanan bir dijital ortamda her bireyin kendine en uygun hızda, çoğu zaman sınıf ortamına göre daha hızlı ve verimli öğrenmesi mümkün; fakat bu tabii ki eğitim için tek başına yeterli değil. Biz öğretmenler, bir öğrencinin öğrenme yolculuğunda bilgi aktaran olmak yerine çok daha değerli bir rol oynayabilir, mentor, koç, kılavuz, öğrenme yoldaşı, olabilir; öğrencilerimizin yanında onların öğrenme yolculuklarını destekleyen, gerektiğinde yönlendiren ve kişisel serüvenlerini tasarlamalarına yardım eden bir rol üstlenebiliriz. Ayrıca, bilgiyi beceriye ve deneyime dönüştürebilmeleri için gerekli fiziksel ortamı ve şartları sağlayarak eğitimdeki insan faktörüne odaklanabilir, çok daha değerli olduğuna inandığım bir rol oynayabiliriz.


- “Bugün bilgi bir şelale gibi akıyor, ne damacanaya sığdırabiliriz ne de sırtımızda taşıyabiliriz; onun için altında ezilmemeliyiz! Artık her öğrenciye eline bir bardak almayı ve ne zaman ihtiyaç duyarsa gidip şelaleden bardağını doldurabilmeyi öğretmeliyiz.” sözünüz bağlamından yola çıkarak otokontrolü zayıf öğrenciler dijital dünyada otokontrolü eline alarak öğrenme sorumluluğunu nasıl gerçekleştirebilecek?

Kişiselleştirilmiş öğrenme ve dijital ortamda sürdürülen bilgi aktarımı süreçleri, bilginin özgür olduğu bir dünyada öğrencilerin içinde kaybolabilecekleri anlamına gelse de, bu noktada biraz önce tarif etmeye çalıştığım öğretmenin rolünü biraz daha açabiliriz. Bence, kelimenin çok önemi yok ama öğretmenin bir mentor, koç, kılavuz ya da öğrenme yoldaşına dönüşmesinin tanımı kapsamında otokontrolü güçlü ya da zayıf her öğrencinin bu yolculukta ilerleyebilmesi için gerekli şartları hazırlamak, motivasyonu sağlamak ve düştüğünde kendi çabasıyla kalkabilmesini sağlamak gibi birçok önemli görev var. Tam da bu sebeple, öğretmenin değişen rolünün eğitimdeki insan faktörüne odaklanması gerektiğini düşünüyorum. Küçük yaş grupları için ve özellikle okulla yeni tanışan öğrenciler için yüz yüze eğitimin önemi çok büyük, çünkü gözlemleyerek öğreniyor; çoğu zaman öğretmeni rol model olarak görüyorlar. Öğretmenin bir bakışı ya da gülümsemesi ile duygu halleri değişebiliyor, kendilerini güvende hissettikleri bir ortamda konuya daha iyi odaklanabiliyor ve daha hızlı öğrenebiliyorlar. Belki de önce sınıfta nasıl davranmaları gerektiğini, nasıl öğreneceklerini öğreniyorlar. Dijital ortamda bir öğrenme yolculuğuna çıkacak öğrenciler için de benzer bir durum geçerli. Öğretmenlerin bu yaklaşımla yeni tanışan öğrencilere çok daha fazla destek olmaları gerekeceği bir gerçek. Eskiden öğretmen tüm öğrencileri kendi kullandığı otomobil ile bir yerden diğerine taşırken, artık her öğrencinin bir otomobili olduğunu düşünelim. Böylece hepsi farklı hızlarda, farklı hedeflere doğru ilerleyebilirler. Sürücü koltuğunda öğrenci oturuyor, ama ona otomobili doğru ve güvenli kullanmayı öğretmek, bir hata yaptığında onu uyarmak ve doğru yola sokmak, bir başka deyişle yine en önemli rol öğretmene düşüyor. Öğrenciler otomobili kullanarak, pratik yaparak öğrenecek ve kendilerini geliştirecekler. İlk kez direksiyona geçenlerin araç harekete geçmeden önce öğrenmesi gereken birçok şey var. Sonrasında ise bazıları daha hızlı, bazıları daha yavaş öğrenebilir; otokontrolü zayıf olanlar zorlanabilir ve öğretmenlerini de zorlayabilirler. Ama iyi bir öğretmenleri varsa, işte o zaman gerekirse kişiye özel destekle hepsinin er ya da geç usta şoförlere dönüşeceklerine inanıyorum.


Röportajımız devam edecektir...


Alp Köksal - Kısa Biyografi
.pdf
Download PDF • 232KB
Khan Academy TR - Bilgi Dökümanı
.pdf
Download PDF • 477KB

176 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

EĞİTİMLİK

eğitimi düşünen blog

bottom of page