top of page

Deniz Dündar ile Röportaj: “Öğretmeyi, Öğrenmekten Daha Çok Seven Öğretmenlerin Çağı Bitti”

Eğitimlik ekibi; Voscreen’in kurucusu, Farkındalog Deniz Dündar ile bir araya geldi. Kendisine sorduğumuz soruları samimiyetiyle, pozitif enerjisiyle yanıtladı. Düşüncelerinin, çabasının, üretkenliğinin bizlere yeni ufuklar açacağına yürekten inanıyoruz. Kendisine “İyi ki varsınız.” diyerek bize kattıkları için çok teşekkür ederiz.

Sizi biraz tanıyabilir miyiz?

En genel ifadeyle kendimi farkındalık öğrencisi ve aktarıcısı olarak tanımlıyorum. Lisans eğitimimi 1998 yılında ODTÜ Eğitim Fakültesinde tamamladıktan sonra profesyonel hayatıma İngilizce öğretmeni olarak başladım. Başkent, Yeditepe ve Bilgi Üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak görev yaptım. 2006 yılında kurumsal çalışma hayatına veda ettim. Yolculuğuma Dream & Development, Voscreen, İnsan İnsandan Beslenir ve Vondation gibi girişimleri kurarak devam ettim. 2014’ten beri Voscreen yönetim kurulu başkanı olarak şirketin uluslararasılaştırma sürecini yönetiyorum. Aynı zamanda, Türkiye ve San Francisco’daki bazı girişimlerde danışmanlık yapıyorum. Mevcut görevlerime 2018 yılında Farkındaloji ana bilim dalı kuruluş çalışmalarını da ekledim. Bu çalışmalar kapsamında dünyanın ilk farkındaloğu olarak öğrenmeye, girişimciliğe ve hayata dair “Hiçbir Şey ya da Her Şey” başlıklı seminerler veriyorum.


Çok şapka giyen birisiniz. Bir gezgin, kurucu, dil bilimci, farkındalog ve aynı zamanda bir öğretmen ve öğrencisiniz. Böylesine çok yönlü bir biçimde hayat sürdürmenin ne gibi avantajları, ne gibi dezavantajları var?

Uzun süreçler içerisinde gelişen ve ortaya çıkan işlerin hikâyesini anlatırken, gerçekleşen hayallerimize ilişkin konuşurken ve tüm bunları geriye dönük değerlendirdiğimizde çoğu zaman yanılsama yaşarız. Ve anlatırken her şeyin bir plan dâhilinde gerçekleştiğini düşünürüz. Her şeyi başından sonuna, en ince ayrıntılarıyla hayal ettiğimizi düşünür ve o şekilde gerçekleştirdiğimizi zannederiz. Öyle bir şey yok aslında. Hepimiz aynı mekanizmadan, aynı çarktan, aynı tohumdanız. Ortak hayalleri yaşıyoruz çocukken. Oyun oynamak, şeker-çikolata yemek, süper kahraman olma hayalleri kurmak vb. hepimizde standarttır. Çok olağan dışı bir durum yoksa hepimiz için böyledir bu. Sonra da zaman içerisinde büyürüz, sosyal bir canlıya dönüşürüz, beceriler geliştiririz ve hayallerimizi gerçekleştirmek için bir ufka bakarız. Ve oraya doğru ilerleriz. Görebildiğimiz son noktaya varmayı başardığımızda ise yeni bir ufuk açılıyor. Sonra ilerleyebilirsek, oraya varabilirsek o gittiğimiz yerde bir başka ufuk daha açılıyor. Bu şekilde oluyor ilerleme. Dolayısıyla gizli bir formülü de yok. Beslendiğimiz insanlar olacaktır tabii ki bu yolculuklarda. Çünkü tanıştığımız ve vakit geçirdiğimiz insanlar; hayatta yaptığımız, yapacağımız, yapabileceğimiz şeyler noktasında en belirleyici faktör. İnsan potansiyelini açığa çıkaran şey de çevre koşullarıdır aslında. İçerideki zaten içeride. Çevre koşulları uygun olduğunda dışarı çıkıyor içeride olan. Güzel/çirkin, iyi/kötü ne varsa açığa çıkıyor. Ve beslendiğimiz insanlarla ama ağırlıklı olarak üretken insanlarla beslendiğimiz için o macera devam ediyor. Bu yüzden şapkaları taşımanın zorluğu yok. Çünkü bir sporcu gibi kondisyon kazanıyorsunuz ya da yaşam tecrübesi olan bir insan veya zamanını iyi yöneten bir insan gibi oluyorsunuz. Hepimiz yaşamışızdır bunu. Bir dönem vardır hayatımızda, yirmi dört saatte on birim iş yapamıyoruz. Bir dönem vardır hayatımızda, yirmi dört saatte yirmi birim iş yapıyor ve on birim iş yapmaya da zaman kalıyor. Bu yaşam pratiğiyle geliyor sanırım. Tabii bizim de hep örnek aldığımız insanlar var. Bizim tempomuz merdivenin basamakları gibi. Bizi biraz daha üretken, tempolu görüyorsunuz. O baktığımız kişi de bir başkasına bakıyor doğal olarak. Sonu yok… Avantajları ve dezavantajlarına bakmıyorsun. Gün içinde her gün olumlu ve olumsuz şeyler yaşıyoruz. Duygu durumlarımız oluyor. Bu işte de böyle yani. Tabii ki uzun süreli projelerde çalışmak zaman zaman çok ciddi sorunlarla karşılaşmanıza; motivasyonunuzun düşmesine yol açabiliyor. Bu tür dönemlerde ise yaptığınız işlerden ve üretimlerden faydalanan insanların geri bildirimleri ve yardımları enerjinizi ve motivasyonunuzu artırıyor ve sürekli kılıyor.


Böyle geniş bir yelpazede yaşadığınız hayatta eğitimin ne gibi bir rolü var? Günümüz eğitim problemlerine bakış açınız nasıl? Bu problemlere karşılık kendinizce tasarladığınız önleyici yahut tepkisel çalışmalar var mı?

Eğitim kelimesi de maalesef yıpranan kelimelerden. Yıpranmış, değerini ve anlamını yitirmiş kelimeler vardır. Mesela ‘sevmek’ kelimesi gibi. “Ben seni seviyorum.” dediğimde bunun karşı tarafa geçme oranı %35’lerde. Çünkü sevgi anlam kaybetmiştir ve insanlar çok fazla olumsuz durumlar yaşadıkları için emin olamaz. Bu duygu geçmez ve ispat ister. Ama “Nefret ediyorum.” dediğimde bunun geçme oranı %80 veya %90’larda. Çünkü nefret daha saf bir duygudur. Kelime kirlenmemiştir. Ses tonundan, gözlerdeki bakıştan, vücut dilinden karşı tarafa geçer. Eğitim de böyle kirlenmiş bir kelime. Neden? Çünkü “Eğitim şart!” şeklinde şakalar yapılıyor. “Eğitim aldın da ne oldu?” tarzında reddiyeler ortaya çıkıyor. “En iyi eğitim bizde!” diye ticarileştirme çalışmaları, insanların kafasını karıştırıyor. Herkes herkese eğitim veriyor. Yani talep edilmiş mi, edilmemiş mi? Ya da karşıdaki insan yeteri kadar tanınıyor mu, tanınmıyor mu? Otobüste yanımızda oturan teyze, radyodaki dj vb. bir kişi, tanımadığı bir sürü insana sürekli bir şey veriyor. Önce o kelime üzerine düşünmek lazım. Ben “öğrenme” kelimesini seviyorum o yüzden. Çünkü öğrenme bizim doğamızda var. Eğitim dışarıdan, öğrenme ise içeriden gelir. Bu nedenle ‘eğitim’ kelimesi yerine ‘öğrenme’; ‘eğitim sistemi’ yerine ‘öğrenme sistemi’ ifadelerini tercih ediyorum. Peki öğrenme sistemleri veya ortamları nasıl dizayn edilmeli, nasıl olmalı? İnsanları sorun çözer hâle getirmeli. Mesela günümüzde dünyada yaşanan bütün mevcut sorunların %99’una gereken çözümleri üretebilmek için ihtiyaç duyulan her türlü teknoloji, bilgi, insan kaynağı zaten mevcut. %1’i hariç, onlar da yeni çıkan hastalıklar vesaire. İnsanların vicdanı var. Dünyadaki insanların büyük bir çoğunluğu vicdan sahibi; iyi niyetli zaten, ancak aksiyona geçmiyorlar veya geçemiyorlar. Eksik olan şey, farkındalık. Pasif farkındalık değil ama. Aksiyona dönüşmesi gereken farkındalık eksik. Yani, yeni bir şey icat etmemize gerek yok aslında. Şu anki açlığı, sefaleti, modern köleliği düşünün. Her türlü problemi çözmek için ihtiyaç duyulan her şey var, mevcut zaten. Bu nedenle bu öğrenme yaklaşımları (eğitim sistemi); insan vicdanını, insan potansiyelini ve insan farkındalığını harekete geçirmek ve öğrenmekten keyif alan bireyler yetiştirme önceliğiyle dizayn edilmek zorunda. Bu nedenle farkındalık o kadar değerli bir şey ki… Yaşadığımız çağı da tüm insanlara anlatmaktan başlamamız lazım. Öncelikle eğitimcilere, öğrenme mekanizmalarını uygulayanlara. Çünkü hâlen fark edemediğimiz bir şey var: Elli/yetmiş yıl öncesine kadar bilgi ve tecrübe hep yukarıdan aşağı akardı. Çünkü doğal olarak çok yaş alan, çok gezerdi ve çok okurdu. Dolayısıyla yaş almış, tecrübeli olmuş ve o süreçleri tamamlamış insan; gençlere o bilgiyi ve tecrübeyi aktarırdı. Ama artık bilgi ve tecrübe aşağıdan da yukarıya akıyor. Hatta yandan, sağdan, soldan bile. Biz on yaşındaki bir insandan çok güzel şeyler öğrenebiliyoruz çünkü onun çağı başka, bizimki başka. Ve denetim mekanizmalarını, standart testlerden ziyade kişisel geri bildirimlere dayatmak lazım. Öğrenmekten keyif alıyor musun? Hayır! Tamam, bu önemli bir sorun. Bunu çözeceğiz. Bunu çözdüğümüz zaman zaten orada müthiş bir eğitim-öğretim faaliyeti olur. Çünkü öğretmeyi daha çok seven öğretmenlerin çağı bitti. Öğrenmeyi, öğretmekten çok daha fazla seven bireyler öğretmen olmalı. Zaten bunu anlarsınız sınıfa girdiğinizde. Bu bağlamda bir sınıftaki öğrenciler, öğretmen ya da öğretmenlerin yansımasıdır. Öğrenmekten keyif almak için bir şey yapmamıza gerek yok, zaten doğamızda var. Doğamızda bulunan öğrenme kanalları nasıl ve niye tıkanmış, bunu tespit etmek ve o kanalları açmak gerekli.


Şirketinizi hem kurucunun hem de en yeni stajyerin mantalitesiyle inşa ettiğinizi ifade etmiştiniz. Bu cümlenizden ne gibi çıkarımlar yapılabilir? Hayatın farklı yönlerine uyarlayabilmemiz mümkün mü?

Bu bir denge konusu aslında. Net olan tek yer denge merkezidir. Çünkü yaşamda hiçbir duygunun zirvesi yoktur. Coşku diyelim, zirvesi var mı? Yoktur. Ya da hüznün, kederin derinliği belli midir? Sevgilinden ayrıldın, ekonomik kriz var, işini kaybettin, sokak köpekleri sıkıntı yaşıyor vb. daldıkça dalabiliriz. O nedenle yaşamımızda herhangi bir şeyi yönetirken bir yüzücü gibi ya da bir dalgıç gibi açılacağız ama dönüş mesafesinin enerjisini hesaplayacağız. Coşkulu, güzel vakit geçireceğiz ama tekrar denge merkezine geri dönmemiz lazım. Hüzünleneceğiz, derinlere dalacağız ama tekrar yukarı çıkmak için bir nefes bırakacağız. Bu da o bağlamda bir şey. Şirketiniz olduğunda, bir projenin başına geçtiğinizde, ürettiğinizde, takdir topladığınızda insanın en büyük düşmanı olan zehirli egosu devreye girer. Ondan sonra körlük başlar, fani olduğunu unutursun. Süper yeteneklerin, sınırsız enerjin ve zamanın olduğunu düşünürsün. Vakit geçirme biçimin ve etrafındaki insanların sosyolojik altyapıları değişir, prototipler oluşur. O yüzden arada bir tuvalet temizleyeceksin, şirketi kurarken yaşadığın zorlukları hatırlayacaksın. Diğer taraftan performans hedefleri bakımından stajyer gibi düşünmezsen birçok şeyi kaçırırsın. Sen gemide kaptansın ama geminin neresinde ne oluyor, bunu bilmenin tek yolu o bölgeleri ziyaret etmektir. Empatik tecrübeden mahrum kalmamaktır. Öğretmenlik-öğrencilik ilişkisi de öyle. Hocanın öğrenciliği devam ederse iyi hocalık yapar. Bazen ihtiyaç yoksa bile bunu sırf tecrübe için yapmalı. Keyif aldığı, ilgi duyduğu bir şeylerin yanı sıra bazen gidip sevmediği bir şeyi bile öğrenmeye çalışsın ki kendi sınıfında zaman zaman öğrenme motivasyonunu kaybetmiş öğrencisiyle bağ kurabilsin. Bu durumu hayatın her alanına genişletebiliriz.


Dünyanın ilk farkındaloğu sizsiniz. Bildiğimiz kadarıyla "Farkındaloji" ana bilim dalı kurma çalışmalarınız da sürüyor. Farkındaloji’nin, farkındalog olmanın temelinde ne var? Farkındaloji’nin gelişimi nasıl sürüyor?

Dünyada bireysel olarak yolunu çizmiş çok değerli ve üretken insanlar var. Benim bireysel anlamda bir yolculuğum yok aslında. Hem bunda hem Voscreen’de hem de diğer şeylerde. Hikâye şöyle başladı: Eğitimci olarak, bir birey olarak değişik rollerimiz var. İnsanlar basiti görmekte zorlanır zaman zaman. O yüzden de bazı problemlerin karmaşık bir hâl aldığını görebilirsiniz. Öğretmenlikte öğrenmenin önündeki engelleri tespit edip psikoloji biliminden, sosyoloji biliminden ve felsefeden de faydalanarak bu engelleri kaldırma düşüncesi beni bir arayışa itti. Bir şeyler yapılmalı, dedim. Tabii görüyoruz: yaşam koçluğu, teta terapi, reiki, yoga, tasavvuf, liderlik eğitimleri vb. bayağı bir şey var. 2014’te evreka anı… Kelimeler: farkındaloji, farkındalog, awareolaogy, awareologist… “Evet, neden olmasın?” dedim. 160 milyar küsur dolarlık kayıt dışı bir sektör bu. Spiritüel öğrenme ve öğretme. İçinde yok yok. Az önce saydıklarıma bir o kadar daha ekleyebilirsiniz. İçinde finansal okuryazarlık, framework coding, mekatronikten tutun da diğer bilimlerden (temel mantık, matematik, felsefe, psikoloji vs.) oluşan disiplinlerarası 4 yıllık bir lisans programı hayal ettim. Hemen marka tescilleri alındı. Yavaş yavaş hazırlıklara başladık. 2019 yılında da Farkındalog markasını kullanarak seminerler vermeye başladım. Üniversiteden akademisyenlerle, öğrencilerle, odak gruplarıyla görüşmeler yaptım. Bu yıl da kurucular kurulunu kurma yılı. Sonrasında müfredat planlama, YÖK başvuruları vs. olacak. Ben dünyanın ilk farkındaloğuyum ama aslında Farkındaloji’yi kuran kuruculardan biri olacağım. Sıradan bir sosyal bilim olmayacak. Hayatın içinde olan bir program olacak. İlk iki yılında okuma ve uygulama %50-%50 olacak. Örneğin farkındalog adaylarının huzurevi deneyimi olacak. Gidip ziyaret edecekler ve rapor yazacaklar. Kreşe, alışveriş merkezine, mezarlığa, hastaneye gidecek öğrenciler. Şirketlerin yönetim kurullarına gözlemci yönetim kurulu üyesi olarak katılacaklar. Son iki yıl ise uzmanlaşma üzerine çalışmalar yapılacak. Hangi alanda farkındalog olarak çalışmak isteniyorsa o alana yönelik uzmanlaşma çalışmaları yapılacak. Diyelim ki 4.00 ortalaman var, mezun olabilir misin? Hayır. Pasaportunda en az yirmi beş ülkede üçer gün kaldığını ispat edeceksin. Bu bölümü seçecek öğrenci dört yıl boyunca da en az yirmi beş ülkeyi ziyaret etme zorunluluğu olduğunu bilecek. Hayatın içinde olup başka kültürleri deneyimleyeceksin ki kültürlerarası farklılıklara saygıyı içselleştirebilesin. Kısaca, bu dört yıl çok keyifli bir öğrenme ve keşfetme süreci olacak Farkındaloji bölümünde okuyacak öğrenciler için…


Maddi durumu yetersiz bir öğrenci için süreç nasıl ilerleyecek?

Üniversitelerdeki diğer bütün bölümlerde olduğu gibi imkânı olan öğrenciler ücretli eğitim alırken imkânı olmayan öğrenciler burslu olarak bu programa katılacaklar.


Voscreen kısa videolarla İngilizce dil becerilerini geliştirmeye yönelik tasarlanmış bir uygulama. Birçok ülkede birçok kişi tarafından sevilerek kullanılıyor. Voscreen’in kendi alanında ne gibi farklılıkları var? Voscreen hikâyesinin -bizzat kurucusundan- dünü, bugünü ve yarınını dinlemek isteriz.

Bir İngilizce öğretmeni olarak İngilizce öğrenmekte çok büyük sorunlar yaşadığımızı gördüğüm için kitlesel ve kalıcı bir çözüm yolu bulma arayışına girdim ve bu sürecin sonunda ortaya çıktı Voscreen. Bakıldığında yedi milyar insan ana dilini öğrenebiliyor. Demek ki bu durum zekâ ya da yatkınlık meselesi değil, bir girdi-çıktı meselesi. İngilizce için de bunu başarabilir miyiz diyerek en uzunu on beş saniye olan videolar hazırladık. Filmlerden, belgesellerden, şarkılardan ve haberlerden alınan kısa görüntüleri izleyen kullanıcılarımız uygulamadaki özelliklerin de katkısıyla İngilizcelerini geliştiriyorlar. Her biri bir damla niteliğinde bu videoları izleyerek havuzu doldurup sonra da taşmasını hedefledik. Basit bir denklem.


Voscreen’de beş hedefle yola çıktık: İyi bir eğitim uygulaması olmak, ücretsiz eğitim sunmak, iş modeliyle değerli ve kârlı bir şirket olmak, iyi bir kurum kültürü inşa etmek ve Türkiye’den doğan bir küresel-dijital eğitim markası olmak. Hem de İngilizce öğrenimi ve öğretimi alanında.


Sekiz yıllık proje takvimiyle çalışmaya başladık. Voscreen’i web, IOS ve Android platformlarında yayına aldık. Bugün itibariyle, 74 ülkeden 4 milyon kullanıcıya ulaştık. Şu sıralarda da Çin’de önemli bir ilerleme katediyoruz. Son yedi ayda 450 bin Çinli kullanıcımız oldu. Özellikle Türkiye’de öğretmenlerimiz ve öğrencilerimizin severek kullandığı bir uygulama ortaya çıkmış oldu. Daha yapılması gereken çok şey var. Yukarıdaki beş hedefe ulaşmak için heyecanla ve büyük bir inançla çalışmalarımıza devam ediyoruz.


Peki, biraz da ‘İnsan İnsandan Beslenir’ projesini anlatır mısınız ve Voscreen ile arasındaki bağlantıya değinir misiniz?

Memnuniyetle. Voscreen’in kuruluş hedeflerini paylaşmıştım az önce. İnsan İnsandan Beslenir dördüncü hedef kapsamında.


Kısaca üzerinden geçmek gerekirse, Voscreen hayalini gerçekleştirirken öyle bir işletme kuralım ve öyle bir kurum kültürü inşa edelim ki çok özel bir hikâyesi olsun; sadece İngilizce öğrenme ile ilgili değil, yaptığı projelerle herkese toplumun diğer sorunlarının bir kısmına çözüm üretebilecek ilham versin istedik.


Bunlardan birisi "İnsan İnsandan Beslenir". 2015 yılında hayata geçti. Bunu size mutlaka anlatmalıyım. Hikâyesi şöyle: “Gelecek Nesilleri Nasıl Yetiştiririz?” diye bir proje çalışmasına katılmıştım üniversite yıllarında. “Mevcut koşullar altında gelecek nesilleri asla yetiştiremeyiz.” yönünde bir değerlendirmede bulunmuştum. Çünkü sütün kalitesi yeterli değil. En iyi usta, en iyi maya olsun ama sütün kalitesi iyi değilse istediğimiz yoğurdu, tereyağını veya peyniri üretmeye manidir. Süt mevcut yetişkinler, maya teknolojik öğrenme araçları, usta ise ebeveyn ve öğretici. Süt ürünleri ise çocuklarımız. Gelecek nesilleri kim yetiştirecek? Tabii ki mevcut yetişkinler. Bu nedenle en önemli önceliğimiz yetişkin öğrenmesi olmalıydı. Çünkü yetişkinlerin öğrenmesi özellikle iş hayatı başlayınca bıçak gibi kesiliyor. Zaten zaman sınırlı ve üzerine annelik-babalık, iş hayatı da eklenince stres kaynakları artıyor, olanlar oluyor. Çözüm önerim yetişkinlerin öğrenmesini keyifli ve sürekli bir hâle getirecek uygulamaları hayata geçirmekti.


Voscreen yolculuğunun bir parçası olarak İnsan İnsandan Beslenir projesini hayata geçirme kararını aldık. Çıkış noktası beş büyük korkudan biri olan işini kaybetme korkusu. İş görüşmesi… Son görüşme bende, içerik uzmanı, yazılım uzmanı ve tasarımcı… Günde sekiz saat mesai, anlaştık mı? Anlaştık! Ama yedi buçuk saat çalışacaksınız uzmanlık alanınızla ilgili. Geri kalan yarım saatte de kitap okuyacaksınız. Hangi kitabı? İstediğinizi okuyun ama iş yerinde ve mesai saatleri içerisinde olacak. Ve her hafta başka insanların da okumasını istediğiniz beş tane alıntıyı ‘İnsan İnsandan Beslenir’ veri tabanına gireceksiniz ve yıl sonunda bu çalışma bir kitaba dönüşecek. Bu şekilde bu şirket her yıl bir tane kitap yayımlayacak. Kabul etmezseniz işe alınmayacaksınız, aksatırsanız işten ayrılmak zorunda kalacaksınız. Peki, ne olacak? On beş-yirmi yıl sonra bu uygulama Türkiye’de binlerce şirkete yayılırsa yetişkin öğrenmesinde çok önemli bir gelişme olacak ve bu gelecek nesillerin sağlıklı yetişmesine katkı sağlayacak. Kazan-kazan… Bir: Modern kölelik çağında, iş hayatında zor ve/veya sıkıcı koşullarda çalışan herkes yarım saat daha az köle olacak. İki: Takvanın yolu riyadan geçer. Bir insan kitap okumayı sevmeyebilir ama işini kaybetmemek için yalandan da olsa okuyacak. Bu iş bir süre devam edecek ama sonunda öğrenme ve keşfetme doğallaşacak ve bu deneyim okuma alışkanlığına dönüşecek.


Üretimler üzerinden paylaşmayı, sohbet etmeyi çok severim. Birinci yıl kitap çıktı. Ben bile olacağına inanmıyordum. Sonra ikinci yıl çıktı ki bunu size hediye edeceğim. Daha sonra bu kitaplar yayınevleri ile anlaşılıp tüm gelirleri STK’lere aktarılacak şekilde hayatımıza girmiş oldu. Sonra bir özgüven geldi ve üçüncü yılı çıkarınca adına ‘İnsan İnsandan Beslenir 3’ dedik. Burada beni ağlatan bir olaydan da bahsetmek istiyorum. 2019 yılında verdiğimiz seminerde Şile Vasıf Topçu Fen Lisesinden 48 öğrenci bizim uygulamamızdan ilham almışlar. Ve aksiyona geçiyorlar, aslanlar gibi kitabı çıkarıyor, bize ön sözde teşekkür ediyor ve bu kitaptan bize de hediye ediyorlar. Hüngür hüngür ağladım bu kitabı okumaya başlayınca ve özellikle şu alıntıyla karşılaşınca:


“Şeytan uyuyakaldı bir gün. Rüzgâr sert esti. Üç tüy düştü şeytandan dünyaya. Biriyi paraya yapıştı, diğeri mevkiye, öteki de ihtirasa. O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı.” (Khasna Efsanesi)


Bu yıl onlarca şirkette ve okulda İnsan İnsandan Beslenir projesi uygulanmakta. Umarım ilerleyen yıllarda tüm ülkeye yayılır ve on binlerce iş yerinde çalışan tüm yetişkinlerimiz için, bizler için sürekli öğrenme merkezine dönüşür şirketler. Ve sürekli öğrenme hâlinde olan ve öğrenmekten keyif alan yetişkinler gelecek nesillerin yetiştirilmesinde önemli katkılar sağlar.


Sizin dokunuşlarını göreceğimiz yeni projeleriniz var mı?

Elbette var: Vondation. Bu, insan vicdanını sigortalama projemiz. Metnini Stanford Üniversitesinin bahçesinde yazmıştım.


Bunu sizin üzerinizden uygulamalı anlatalım isterseniz. Ne dersiniz?

— Sevgili Süleyman, insanların zenginlik hedefleri vardır dünyada. Zaman zaman şu meblağda para kazansam zengin olurum diye düşünürüz. Sen de düşündün mü?

— Tabii ki de.

— Miktarını düşünmediğinizi varsayarak şunu söylemek istiyorum: Dünya üzerindeki her şey, tüm yeraltı ve yer üstü zenginlikleri vb. eşit bir şekilde paylaşılsa herkese ciddi miktarda bir varlık düşüyor. Bu miktar bir rivayete 60 bir rivayete göre de 16 milyon dolar. Ama 20 diyelim. Bireysel zenginlik hedefiniz rakamsal olarak 20 milyon dolar diyelim. Yeterli olur mu?

— Yeterli.

— Güzel. Olur da yaşam süren içerisinde 20 milyon dolarlık servetine ulaştın. O tarihten itibaren bireysel zenginleşme hızını yavaşlatmayı kabul eder misin? Bu tarihten sonra zengin olmaya devam edeceksin ama artık kazanacağın paranın 100 biriminden 49’unu tamamen kendi inisiyatifinde ihtiyaç duyan kişilere ya da gelişime ihtiyaç duyulan alanlara aktarma sözü verir misin dünyaya?

— Elbette.

— O hâlde www.vondation.org’a girebilirsiniz. Orada bir form var ve diyorsunuz ki “Ben Süleyman… Söz veriyorum, şu rakama ulaşınca ondan sonrasında kazandıklarımın %49’unu paylaşacağım.” Bazı yükümlülükler altına giriyorsun, nedir bunlar? İlki, bize elektronik posta adresini vereceksin ki belirli aralıklarla posta gelecek. İkincisi, biz senin bu duyarlılığını dünyaya duyuruyoruz. Eğer hayat yolculuğu hedefine ulaştırırsa seni ve sen de sözünde durursan seni sözünü tutanlar kısmına, eğer kalmazsan seni sözünü tutmayanlar (paylaşma sözünü unutanlar) kısmına ekleyecekler. İşte bu kadar basit. Bunun amacı her şeyden önce bir dijital niyet beyanı. İyi niyetli insanların hedeflerine ulaşma noktasında bir dua bırakması. Madem duanı ettin, vicdanınla yüzleş ve bunu somutlaştır. Hiçbir hukuki bağlayıcılığı yok. Vondation paraya dokunmuyor bile. Sen istediğin yere aktar yardımlarını, desteklerini ama bunu Vondation’a belgele. O yeter!


Bu projeyle amacımız dünyadaki tüm güzel kalpli, duyarlı, vicdan sahibi, merhametli ve cömert insanların iyi niyetlerini tüm dünyaya duyurmak; onları bu iyi niyet ortak paydasında buluşturmak, bir araya getirmek. Bu insanların oluşturacağı bir topluluğun enerjisi çok büyük bir enerjidir.


Malumumuz… Dünyada çok fazla sorun var, çok fazla acı çeken insan var ve çözülmeyi bekleyen çok ciddi ve yaygın sorunlar var… Dindirilmeyi bekleyen acılar ve gözyaşları var. Dünyadaki en zengin yüz insanın aldığı pay ile en yoksul iki milyarın aldığı pay aynı. Eğer insansak bu bizim vicdanımızı sızlatmalı ve bunu dert edinmeliyiz. Dert edinmemiz yeterli zaten. Dert edindiğimiz bir şey gündemimizde kalır, bunu çözemeseniz bile çözme koşulları ortaya çıktığında ne yapacağınızı bilirsiniz. Umarız Vondation da bu sorunların çözümünde katkı sağlayan projelerden biri olur.


573 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

EĞİTİMLİK

eğitimi düşünen blog

bottom of page