Çağımız dünyasının teknoloji hamleleri, insan sağlığı üzerine yarattığı olumsuzluklarla paralellik içinde ivme kazanmaktadır. Artan sanal ağ yayılımı, giderek büyüyen bir kitleyi de içine alarak gelişimini sürdürmektedir. Tabi ki gelişim süreci, insanlık açısından ortaya koyduğu birçok faydanın yanı sıra istenmeyen durumları da beraberinde yaşamlarımıza entegre etmektedir. Dezavantajlardan en belirginiyse çocuklardan yetişkinlere uzanan geniş kapsamıyla "Ekran Bağımlılığı"dır. Günümüzde -insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar- yüksek bir iletişim ortamının içindeyiz. Geçmişin en ütopik iletişim eylemleri, 21. yüzyıl nesilleri için artık şaşılmayacak -sıradanlaşmış- şeylerdir. Uluslararası arkadaşlar edinmek, dünyanın bir ucundan öteki ucuna siparişler verebilmek, Asya’dan bir oyuncuyla Avrupa’da aynı sunucuda oyun oynayabilmek vb. gibi çoğaltılabilecek sayısız örnekler, sürekli gelişim döneminde olan bir sanal örümcek ağının hakimiyetini göstermektedir. Henüz 10 yıl öncesinin saatler sürecek işlemleri, günümüzde saniyelerle bile ifade edilemeyecek derecedeki bir hızla gerçekleşebilmektedir. Filmler, diziler, kitaplar, oyunlar ve varlık olarak sahip olduğumuz her şey gün geçtikçe bahsettiğimiz ağın üzerinde yerini almaktadır. Daha da önemlisi eğitim, iş, sağlık, güvenlik gibi birçok alan, ofisleri -genel anlamda binaları- terk etmeye başlayarak sanal dünya apartmanına taşınmaktadır. Çok basit bir örnek gibi gelebilir ama para transfer etmek için kaçımız artık bankalara gidiyor? Bir uygulamayla bir zamanların en karmaşık bürokrasi yumağını çözmek mümkün. Bu şekilde organize olan geleceğin dünyasında ekransız olmak, görme engeli ile eşleştirebilir. Adilane bir ifadeyle ekran yoksa sanal dünyada siz de yoksunuz. Hayatımızın tamamıyla etrafını saran bu görüntü penceresi, kabul etmeyeceğimiz ve yok sayacağımız seviyeyi çoktan geçmiştir. İstemli veya istemsiz -fark etmez- ekranlar, çocuklardan ihtiyarlara her bireyin maruz kalacağı bir teknolojik uzamdır. Kapsamı ve etkisi tartışılmayacak boyutlara ulaşan sanal ağda çocuklarımızın yerini almayacağını düşünmek mümkün müdür? Sosyal yaşamında başarısız olan veya bir başarıya ulaşamayan her genç zihnin tatmin sağlayacağı bir noktadan, bu ağa giriş yapması kaçınılmazdır. Bu kaçınılmazlık öyle ileri seviyelere yükselmektedir ki bir noktadan sonra gerçek yaşamla ilişiğin kesilme noktasına geldiği defalarca tecrübe edilmiştir. Çocuklarımızı yaşamla ilişiğini kesecek derecede alıkoyan ve haz duyduğu aktivitelere ulaştığı ekranlara bağlayan şey -hiç şüphesiz- bağımlılıktır.
Bağımlık, kendisine alan literatüründe onlarca tanım almış, kesin tedavi yolu bulunamamış ve hayatımızda ayrılmaz yeri olan bir olgudur. Sağlık Bakanlığı’nın resmi internet sitesinde “Bir maddenin ruhsal, fiziksel ya da sosyal sorunlara yol açmasına rağmen, alımına devam edilmesi, bırakma isteğine karşılık bırakılamaması ve maddeyi alma isteğinin durdurulamamasıdır.” şeklinde tanımlanan bağımlılık, insanın alışkanlık edinip bir varlığa veya nesneye önlenemez istek duymasıdır. Bir insana karşı hislerimiz, bir yemeğe duyduğumuz arzu, tuttuğumuz takımlar, tekrar tekrar dinlediğimiz şarkılar ve daha birçoğu bağımlılık çatısı altında yerini almaktadır. (Madde bağımlılığını konumuzla ilişkili olmadığı için dâhil etmeye lüzum yoktur.) Bu tür bağımlılıklar “Sosyal Bağımlılık” ya da “Psikososyal Bağımlılık” şeklinde -her ne kadar fikir birliği olmasa da- isimlendirilmektedir. Bir davranışın tekrarla -haz duyulmasıyla- bağımlılık hâline geldiği bilinen bir durumdur. Bu noktada davranışın süreğenleşmesi yani “alışkanlık” kavramı karşımıza çıkmaktadır. Alışkanlıklar, yaşantılarımızı belirlemekte etkin rol alan eylemler bütünüdür. İnsan doğası gereği rutinleşme arzusu içindedir. İnsanlar -istisnaları olsa da- düzenli bir hayat arzusuyla gençlik yıllarını gelişim sahasında harcama yoluna giderler. Aynı ev, aynı eşyalar, aynı arkadaşlar vs. bu arzunun gerçekleşme güdüsünden kaynaklanmaktadır. Her ortamda düzen teriminin karşımıza çıkması rutinleşme isteğinin sonucudur. Ancak çok kısa bir sürede bu durağanlık bozulmakta ve her insan değişim hedefine odaklanmaktadır. İşte rutinleşmenin getirdiği durağanlığın en büyük düşmanı monotonluktur. İnsan içgüdüsel olarak durağanlık arzulasa da yaşamın monotonlaşması depresifliği ve intiharla biten bir süreci beraberinde getirir. O hâlde insanın istemediği, kırmak için elinden gelen çabayı sarf ettiği monotonluğun en belirgin örneği bağımlılık neden gündemimizdedir? Kısaca cevaplamak gerekirse; davranış kuramlarında sıklıkla karşılaştığımız “Ödüllendirilen davranış devam eder, cezalandırılansa söner.” basit cümlesi bizlere monotonluğu nasıl aştığımızın cevabını verecektir. İnsan beyni karmaşa ve bilinmezlik gölgesinde kalan bir yapıdır. Biz bir eylemden haz duymaya başladığımız anda beyindeki ödül merkezine dopamin hormonu salgısı artar. -Bir bakıma ödül alır.- Tahmin edilebileceği gibi beyin, bu ödül için her defasında o davranışı tekrarlamak ister. Yani alışır. Bu ödül mekanizması, en monoton davranışı bile her defasında zevk almanın mümkün olduğu bir “eğlence” hâline getirir. Ta ki beyin cezalandırılana kadar. Sigara içen bir insan, her pakette “Sigara öldürür.” yazısını görür. Umursar mı? Hayır. Ne zaman ki beyin, bir kalp kriziyle acı hisseder, davranışın zararını tecrübe eder ve kaçmaya başlarsa o zamana kadar hiçbir dezavantaj dopamin hormonunun salgılanmasından daha önemli değildir. Genel çerçevesiyle konu edineceğimiz bağımlılık bu şekildedir.
Bu yazımızda vücudu uyaran herhangi bir fiziksel uyarıcı olmadan bağımlılık haline gelen davranışları inceleme konusu yapan sosyal bağımlılık kapsamında ekran bağımlılığından bahsedeceğiz. Teknoloji yayılımı ve bağımlılık kavramlarının ortak çatısı "Ekran Bağımlılığı". Özellikle genç nesillerin tutkusunu oluşturan bu çağdaş sorun, psikolojik bir hastalıktır. Gelişim sürecini sekteye uğratmakta oldukça etkili olmakla birlikte zamana yayılan tepkime süresine sahiptir. Günümüzde anne ve baba olarak kendilerini nitelendirenler, meşguliyet adı altında iki yaşındaki çocukların ellerine ekranları vermekte, “Oyalansın!” söylemiyle teknoloji verimliliğini bağımlılığa çevirmektedir. Görev ve sorumluluk bilincine sahip olmayan ailelerin kaçma manevrası olarak izah edilebilecek “ellerine telefon/tablet tutuşturma” sözde nitelikli ve sağlıklı gelişimi hedef edinmiş ebeveynlerin çocuklarını maruz bırakabileceği en büyük zarardır. Pedagoglar tarafınca teknoloji destekli bir gelişim süreci her ne kadar desteklense de kastedilen yanıp sönen ışıklardan odağını ayıramayan bağımlı bir nesil değildir. Bilişsel gelişimin doruk noktalarda olduğu çocukluk çağında etkileşim ortamında girdilere sahip olan çocuklar -akranlarına nazaran- üst seviyelerde beceri gelişimi göstermektedir. Ancak ışıklı camların etkisinde adeta hipnotize olan zihinler, bu gelişim avantajından mahrum kalmaktadır. Dil gelişimi üzerine örnek vermek gerekirse bebeklikten itibaren dil gelişimi için güdülü bir bilişsel alt yapıya sahip olan çocukların, anlamlı dilsel girdilere ve iletişim bağlamında etkileşim kurabilecekleri ilişkilere ihtiyaçları vardır. Ekranların sağladığı sürekli girdi akışı, konuşma ve yazma gibi üretim becerilerini olumsuz etkilemektedir. Şüphesiz nitelikli bir yaşam için düşünceleri kavrayabilme ve ifade edebilme yeterliliği başat gerekliliktir. İlaveten okul hayatıyla atıldıkları sosyal çevreyle uyum sorunları yaşayanlar ya bağımlılar ya da adaylar olarak göze çarpmaktadır. Kurulan sanal dünyada tatminkârlık geliştirmiş duygusal yapıya sahip çocuklarda sürekli kendini tekrarlayan gerçek yaşamdan haz duymama durumu görülür. Arkadaşlarıyla muhabbet etmek, bir kızdan/erkekten hoşlanmak, hakkını savunmak gibi akranlarında gözlenen en doğal davranışlar konusunda eksiklikler tespit edilmektedir. Daha birçok boyuttan örnek verilebilecek dezavantajlar, ekran bağımlılığının çocuklarımız için sadece tespit edilebilenler kadardır.
Konu üzerine çalışmış uzmanlar, zamanla olgusal hâle gelen ekran bağımlılığının tedavi (?) sürecinde kullanılmak üzere çeşitli yöntemler ortaya atmışlardır. Popüler kültürün ürünü olan “Çocuk nasıl yetiştirilir?” konusuyla kaleme alınmış saçmalıklar bir kenara bırakılırsa önerilen yöntemler şu şekildedir:
Öncelikle yaşamın önemli bir kısmını zapt eden ekran bağımlılığının bir sorun olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bağımlılığı kabul etmeden tedavisine başlayamayız. Farkındalık sahibi olunması gereken ilk nokta budur.
Her ebeveyn “Çocuğumu nasıl yetiştireceğime ben karar veririm.” şeklindeki bilirkişilik söylemlerinden vazgeçmelidir. Evet, her çocuğu yetiştirecek olan ailesidir. Ancak yetersiz kalınan noktalarda uzmanlardan yardım almak yadırganacak bir eylem olmamalıdır.
Çocuğun bağımlılık noktasına ulaştığı saatlerin tespiti, bir sonraki adımı oluşturmaktadır. "Hangi zamanlarda ekran başına kilitleniyor?" ya da "Hangi olay onun sanal dünyaya yönelmesine sebeptir?" benzerinde sorular, sorunun sınırlarını çizmek için önem taşımaktadır.
Daha sonrasında şu soruya cevap vermemiz gerekiyor: “Haz duyulan alışkanlıkları -bağımlılığı- ortadan kaldıracak olan nedir?” Çok basit, başka bağımlılıklar. “Çivi çiviyi söker.” atasözünün adeta davranış psikolojisindeki karşılığı; rutinleşen olumsuz bir davranıştan kurutulmanın yolu başka bir -olumlu- rutin oluşturmaktır. Kitap, diyalog, resim, müzik vs. ilgi ve ihtiyaca cevap verecek şekilde sayısız alışkanlık bulunabilir.
Evlatlarımız hayata hazırlanırken ilham kaynağı olarak gördüğü rol modeller seçer. İşte bu noktada yeterlilik gösterebilecek rol modellere ihtiyacımız vardır. Yani anne ve baba. Çocuğunuza okuma alışkanlığı kazandırmak için eline kitap verip internet akışında gezmeye dalarsanız emin olunuz ki çocuğun ilgisi sayfalarda değil parlaklığı açılmış ekranlarda olacaktır.
Son olarak bahsedeceğimiz husus; çocuklarımızı sanal ağa itmemektir. Diyalog ortamını sağlamadığınızda unutmayın ki monolog bir dünya evlatlarımızı beklemektedir.
Farkındalık, profesyonel destek, yeni rutinler, rol model olmak ve uygun ortamı organize etmek çocuklarımızı ekran tuzağından kurtarıp düşünen, sorgulayan ve üreten nesillerin arasında yer bulmasını sağlayacaktır. Gazi Hazretlerinin tabiriyle “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerin geleceğin muhafızları olduklarını biliyoruz. Unutmamak gerekir, nereye gideceğimizi bilmeden araba sürmemizin hiçbir önemi yoktur. Nitelikli ailelerin yetiştirdiği çocuklarımızın inşa ettiği geleceğe ulaşmak dileğiyle.
Enes ÇALIŞKAN
Enes Bey merhaba,
Bizimle bu yazınızla ilgili iletisim@mev.org.tr üzerinden iletişim kurabilirseniz çok memnun oluruz.
Saygılarımızla