top of page

ÖĞRETMENİM

Hatıralar insanı önce kendinden uzaklaştırır, sonra da kendine doğru çeker. Kısa geçmişime en uzak olduğum zamanların bitmeye başladığını hissettiğimde, iç âlemimde yeni hâllerin ilk zihin kıpırdanmaları açığa çıktıkça taşlar yerli yerine oturmaya başlamış olmalıydı. Artık günden güne derinleştiğim geçmişe kalemimle göz kırpabilirdim, belki ileride geçmişine doğru adımlar atmaya başlayan bir zihinde yankı bulur ümidiyle. Anılardan akıp gelen ve şu günlerde bazen kendini iyiden iyiye hissettiren hatırlayışların ilkini -izninizle- eğitim hayatımızı bilgi, görgü ve geleceği şekillendirme adına edindiğimiz ne varsa tamamını hâle hâle kuşatıp her yeni günde farklı çiçekler açtıran öğretmenlerim hakkında yazayım.


Haylaz öğrencilerin korkulu rüyası Fahri Hocam... Tamam, kabul ediyorum. Çatık kaşlarınızı celb etmeye bir türlü muktedir olamadım. Verdiğiniz vazifeler tas tamam. Derste göz işaretiyle seçildiğimi anlayıp ilgili metni de okudum. Ama ne hikmettir haşarılığın zirvesinden aşağı inmeye hiç niyeti olmayan öğrenci arkadaşlarımın, onları nasıl da haşladığınızı gelip sınıfta ballandıra ballandıra anlatmaları beni de cezbediyor. Bir gün olsun ilginize nasıl mazhar olabilirim kıymetli Fahri Hocam!

Beden eğitimi dersinin zihinlerimizde top oynamakla eş değer hâle düşmesini; elimize kalem ve kâğıt aldırarak “Futbol yeni bir din mi?” başlığı altında dilediğimiz gibi yazmamızı sağlayıp ders notunu da o yazı üzerinden vererek engelleyen Hakan Hocam... Beden eğitimi dersi için açtığınız çığıra gösterdiğiniz gayrete selam olsun.


Okula doğru yol aldığım bir günün sabahında, belediye otobüsünün ön camdan dışarıyı seyri en net olan koltuklardan birinde oturup ineceğim durağa yaklaşmışken durduğumuz kırmızı ışıkta, karşıdan karşıya geçerken yoldaki bir çöpü eğilip alarak çöp kutusuna atan Temel Hocam... Keşke bu davranışınızı bütün arkadaşlarım görseydi. Böylelikle “Çöpleri çöp kutusuna atın, etrafa değil!” uyarısını sürekli tekrarlayan sınıf hocamız da artık yorulmazdı bu hususta, kim bilir…


Lise yıllarında okutulan psikoloji dersinde, psikanalitik teorinin bir parçası olarak geliştiği öğretilen bastırma (represyon) olgusunu yazılıda sorup, “Kayseri’nin nesi meşhurdu çocuklar?” diye kendi kopyasını yine kendisi veren Abdurrahman Hocam... Bu davranışınız psikolojinin ilgi alanına girer mi bilmem ama yıllar sonra bile zihinlerimizde size karşı bir ilgi alanı açtığı muhakkak.


Dersinin sınavında başarılı olan öğrencilerine, -şahsına ithaf edilen bir kitabı- armağan eden, kitapçıları ve edebiyatı sevdiren değerli Kâni Hocam... "Bakî kalan bu kubbede bir hoş sâdâ imiş" şiârınca gönüllerimizde hoş bir sadâ bırakmanın ötesinde, bize "Kânî olan, bu kubbede her sadâyı yükseltebilir"i de öğrettiniz. Var olunuz…


Kısa kısa yazdığım hatırlayışların ötesinde, hayatımızın her ânının şekillenmesinde çok daha derin izler bırakan -burada adı geçsin veya geçmesin- bütün öğretmenlerimi, bize kattıklarının bilincinde ve farkında olarak hep hayırla yâd ediyorum ve son olarak hiç unutmadığım bir hüznümü de bu yazıya ilave etmek istiyorum.


Ortaokul birinci sınıfta yaklaşık yetmiş kişiden oluşan sınıfımızdaki her öğrenciye matematiği sevdirmeye çalışmanıza ve öğretme gayretinize şahit olduğum, ilk yazılı sınavınızdan sınıftaki en yüksek notu alarak sizi anlayanlardan biri olduğumu kendimce ifade ettiğimi düşündüğüm Ayşe Öğretmenim… Bütün gayretinize rağmen sınıfın çoğunluğunun dersinizi dinlemek veya sessizce oturmak şöyle dursun tam aksine sabote ederek, gürültü yaparak, sanki anlaşmışlar gibi dersinizi işlenmez hâle getirerek sizin derste hüngür hüngür ağladığınıza şahit olduğum günü hatırladıkça, o gün o sınıfın bir parçası olmaktan utanç duyduğum bir hadise olarak kaldı aklımda. Yıllar geçse de aradan, hüzünle sizden özür diliyorum. Lütfen, kabul ediniz Ayşe Öğretmenim.


Mehmet Arif AYHAN

201 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

EĞİTİMLİK

eğitimi düşünen blog

bottom of page