top of page

Film Tanıtımı: "Öğretmen Kemal"

Güncelleme tarihi: 28 Mar 2020

Şüphesiz ki bir sanatçı toplumunun aynasıdır. Yaşanmışlıklar, anılar, acılar ve daha nicesi bu aynadan yansır yine toplumuna. Bu bilinç ile beyaz perdede yer bulan "Öğretmen Kemal" filmi biz eğitime gönül verenlerin zihninde her daim yer etmesi gereken bir filmdir. 1981 yılında Remzi Jöntürk’ün yönetmenliğini yaptığı ve başrolde Cüneyt Arkın’ı artık Öğretmen Kemal olarak tanıyacağımız bu yapıt, Atatürk’ün başlattığı eğitim seferberliği sonrası Karalar Köyü’ne öğretmen olarak gönderilen Kemal’in karanlığı aydınlığa ulaştırmak için köye geldiğinde yaşadıklarıyla başlayacaktır.

İzleyeceğimiz bu film ise bir Cumhuriyet öğretmeni olarak yetiştirdiği Hasret’in zihninden bizlere ulaşacaktır. Köylü -gelir gelmez kıyafetindendir ki onu tahsildar olarak tahmin edip- izzet ve ikramdan geri kalmazlar. Onun bir öğretmen olduğunu öğrendiklerinde ise tavırları tamamı ile değişmiştir ve onun gitmesini istemişlerdir. Lakin o ‘’Ben almaya değil, vermeye geldim.’’ sözleriyle ilk dik duruşunu sergilemiştir. Neyse ki Gazi Dayı vardır da bu cehaletin ve bağnazlığın susuz çölünde bir vaha olmuştur ona.

Bir süre geçer ve köylü Kemal’in amaçlarını öğrenmiştir. Okul yapımı için çalışmalara başlar başlamaz ilk bahaneleri inşaat için bir arazinin olmadığını, Kemal’in uygun gördüğü yerin ise Dayı Bey’e ait olduğunu, yapım çalışmalarında ise çeşitli bahaneler sürerek yardıma gelmemeleriydi. İrfan ile cehaletin savaşında irfanın neferi Kemal öğretmendir. Peki ya cehaletin karalığını gözlerinden saçanlar? Şerif Emmi. Köylüleri din ve değerler tüccarlığı ile etkisi altına alan, vergi kaçıran, kaçak tütün satan bir büyük hocadır(!) kendisi. Muska yazmak, adak ağacından duygu sömürmek onun bir ritüelidir. Yatağında hastalık ile boğuşan çocuklara yazdığı muskaların ve okuduğu duaların fayda etmemesinin tek bir sorumlusu vardır: Yine Kemal öğretmen. Ama o ne köylünün tutumuna ne de bu algıyı kontrol eden Şerif’e yenilir. Ateşli çocukları bir bir köyün deresinde soğuk sular ile yıkar ve ateşlerinin düşmeleri için başlarında sabaha kadar bekler. Sabahın ilk saatleri ve günün başladığını ötüşen organik çalar saatlerin sesi çocukların gür sesleri ile birleşip köylünün güvenini tümüyle kazanmıştır. Köy halkı hep bir elden okulun inşaatına yardıma koşmuştur. Toprağına alın teri damlamış ve bir amaç ile bezenmiş bu yere köyün ağası Dayı Bey gelir. İlkin pek bir sorun etmeyeceğini düşünen Kemal öğretmen Dayı Bey’in uzattığı eli öpmez, öpemez! Çünkü o bir öğretmen ve onun da bir öğretmeni var: Mustafa Kemal. O bir amaç ve bir fikir.

Bir kolu çolak Gazi Dayı doğru söylemiştir: Yeni bir cephe daha açmıştır. Ama açılan Ata Okulu fethedilmez bir kale ve en güçlü duvarlar ile örülüdür. Bu kalem ve fikirden başkası olamaz. Yeni bir okul ve yeni bir alfabe okunan ilk kelime Atatürk.

Peki; okul, okumak, aydınlanmak neden Dayı Bey’in işine gelmez? Köyün reçineleri ve onları toplayıp bu işten kâr edecek olan Leon Gâvuru ve kendisidir. Okul için araç gereç almaya kasabaya giden Kemal’i dönüş yolunda ağanın eşkıyası Duran Ali beklemektedir. Su içmek için bir birikintiye diz gelen Kemal’e sıktığı ilk kurşun Atatürk tarafından hediye edilen köstekli saate denk gelir ve bunun üzerine bir süre baygın kalır. Gözünü açtığında duran Ali’nin bir şişe zehri içmek üzere olduğunu görünce ona engel olmak istese de ikinci kurşun omzuna gelir. Kemal’in bu iyi niyeti karşısında yelkenleri suya indiren Duran Ali onu tedavi eder ve Kemal’in kimi sözleri onun da zihnini aydınlatır.


Günler günleri, aylar ayları kovalar, Ata Okulu ışıklar saçar zihinlere. İrfan ile cehaletin savaşı da şiddetlenerek artar. Reçine tüccarı Leon, Şerif Emmi ve diğer tümünün başı Dayı Bey Kemal’in şu sözüyle daha da hiddetlenir: ‘’Ben ki öfkesi dinmeyen silahlara veda etmiş eski bir Kuvayımilliyeciyim, şimdi ise dâhilî bedhahlarla uğraşan bir cumhuriyet öğretmeni. İstiklal Mahkemelerini unutma Dayı Bey! Menemen’de olanları unutma! Belki ekmeğimiz aşımız yok ama memuruna dokunanı yaşatmayan bir başımız var.’’


Ne okul için dere yolundaki köprüye yapılan sabotaj ne Duran Ali’nin sevdiği kızı dördüncü karısı olarak alan Dayı Bey ne de daha fazlası, postacının Ata’mızın öldüğü haberini ulaştıran telgraf kadar güçsüz ve aciz bırakmamıştı Kemal’i. Göz yaşlarını sildi uçurumun kenarında, nice Mustafa Kemal’ler yetiştirmek için kendisine söz verdi.


Anlatılanlardan fazlası, çekilen çilelerden ağırı giderek artıyordu. Şerif Emmi’nin kızı Ayşe, Hasret ile elbiselerini değiştirip onun kaçmasına yardım edince olanları anlayan Dayı Bey ve Leon Gâvuru aşağılık bir şekilde Ayşe’ye tecavüz ederler. Yarı çıplak bir hâlde Kemal’e yardım için gittiğini gören köhne zihinli bu irfan düşmanlarının eline halkı kışkırtmak için büyük bir koz geçmişti. Bu sırada yolda karşılaştığı Hasret’ten olan biteni öğrenen Duran Ali, köydeki bu pisliği temizlemek için sırasıyla Dayı Bey’in adamlarını, Leon Gâvuru’nu ve Dayı Bey’i öldürür.

Taşlarla, sopalarla ve tekmelerle linç edilen Kemal öğretmenin köylüden son bir isteği vardır. Kendisini sevenlerden arkalarını dönmelerini ister ve ‘’Sağ olun.’’ diyerek hayata gözlerini kapar.


Not: Aynı konu ve temada buluşmaları sebebiyle Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ‘Yaban’ ve Fakir Baykurt’un ‘Unutulmaz Köy Enstitüleri’ adlı eserlerin okunmasını öneririm.


Ahmet DEMİRCİ





573 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

EĞİTİMLİK

eğitimi düşünen blog

bottom of page